30 Mart 2012 Cuma

Geyikli Gece


Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak

Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

"Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor

Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mi diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı

Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk

"Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ayışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
"Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum"

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

Turgut UYAR

26 Mart 2012 Pazartesi

Rüya Hakkında


Annemi üzdüm
Böylece hep bana tirenler çarpsın
Çirkin olduğum için aynaya bakmazsam;
Güzelim.

Aklıma yeni fikirler boca olunca
Bazen çok terliyorum, bazen ise kan!
Yahya kemal madrid’teyken…- yeni öğrendim-
Maalesef seni çok özlüyorum ben!

Ah ki ayna gammazdır mevlana mesnevî
Teli kes! teli kes! ingilizler burdadır.
Evraklarım tamamlanmış toprak muhteris
Devam ettiğin kiliseye ilga olayım…
...
Ah Muhsin Ünlü

GEZGİN


Dün geldim
geç kalsam da bağışlanır

bir bahar bozumuydu yola çıktığımda
yüzümde suçlu bir merak
kalbim heyecandan telaşlı
gözlerimde ısırgan bir hüzün vardı
hüzün: hep bilinir
bir afyon çiçeğidir önceleri
dalayan bir ısırgan yoncası olur sonra
dalayan ve uyandıran o afyon uykusundan

dün geldim
acı sırtımda tabiy

yolum uzundu
yanımda hiç resim yoktu
dağlara baktım: dağıldım
yollara baktım: yoruldum
gece ayışığı içtim, dudaklarım kurudu
gündüz böğürtlen yedim, dilim buğulandı
siz görmeliydiniz o kanı
bir dağ çiçeği sevdasına bin arı öldü
tam ordan geçiyordum, gördüm diyebilirim
aman nasıl petekti öyle
nasıl baldı
böğürtlen gibi kırmızıydı
kan gibi saydam
bir garip kokuydu, onun kokusuydu
dayanamadım, eli titrekti ama
yedim yedim kalbim çatladı
sevdam o dağ çiçeğinde kaldı

dün geldim, anca geldim

usumda vızıldayan bin arı ölüsü
heybemde onarımı gereken bin iğne
önce kendi etime

dün geldim
hoş mu geldim
hoş olmayan şeylerden geldim
bir kentten geçtim ki canım titredi
sıtma kabusuyla sallanıyordu uzaktan
girişte insanlar gördüm, hiç görmediğim
ama sanki biryerlerden tanıdığım, yemin
edebilirim

iğrenç suratları vardı, insandan çok
cüzzamlı bir köpeğe benziyorlardı
kuru birer ağaç dibine çömelmiş
çürümüş bir dalı kemiriyorlardı
omuzlarında soyulmuş yılan derileri
ellerinde pas tutmuş makaslar
iki ucu da kırık
tam ben yanlarından geçiyorken
elma ağaçlarının çiçeklerini kesmeye başladılar
ben sanki tarihini bilmiyormuşum gibi
bakır çalığı bir kasede
elmanın kanını sundular
geldim ya, nasıl geldim
bir elimde tarih atlası

bir elimde güneş humması
soğutulmaya zorlanmış bir çöl kızgınlığından
bir kum fırtınasının
soylu kumcuklarından geldim
yorgundum, susamıştım, dilim kuruydu ama
gördüğüm serap mıydı, gerçek miydi
bilirim ben
çölün tam ortasında sonsuz bir ışıltıydı
yedibin rengi yansıtan renksiz bir kuyuydu
duruydu, aydınlıktı, yaz gökleri gibiydi suyu
uzanıp avuçlasam benimdi

öyle yakın, öyle kolay, öyle dokunsam
ah o kervancıbaşı
ah o sırmalı soyguncu
ve ellerinde kesik başlar ve zebellah ordusu
birden beliriverdiler tam kuyunun başında
ellerinde kan sızıtan kesik başları
tan kuyunun ağzından sarkıtıyorlardı ki
ne olduysa o anda oldu
kızıl bir bulut ağdı kuyunun ağzından göğe
bulut değil
bir devin alev saçan soluğuydu
ardından muhteşem bir kum fırtınası
kum değil
devin çocuklarıydı saçılan
ah görmeliydiniz o savaşı
ne kanlı kervancıbaşı
ne zebellah ordusu
dayanamadılar kum fırtınasının şiddetine
çöl mü yarıldı
kuyu mu büyüttü ağzını
kızgın çöl kavuşunca dinginliğine
bir ben vardım kuyunun başında diri
ve herşeyi görebilen sağlıklı çöl tanığı
öğrendim çöl kızgınsa öfkesi nice olur
kum fırtınasında neler yapılır
nasıl yok edilir çöllerin sırmalı
soygun kervancıları
gördüğüm serap mıydı, gerçek miydi
bilirim ben
bir elimde güneş humması
bir elimde tarih atlası vardı
vakit dardı
kanarak içtim de kuyunun duru suyundan
uçar gibi aştım çölü o sonsuz ışıltıdan
dün geldim

dün ben nerden geldim
ezberlenip unutulmuş bir sıkıntıdan geldim
adı konulmamış bir düşten geldim
terlemiş balıklar gördüm, rengi bozulmuş mavilikler
kabaran denizler gibi coşkun sürücüler
kılçığı beynine saplanmış gözsüz balıklar gördüm
trollenmiş deniz tarlası, iyot vurgunu
derya içindeydim de hani deryayı gördüm
küçük balığı gördüm, peşinde büyük balık
bir su ağası gibi kuvvetli ve saldırgan
oh balık, küçük balık, can balık
anasının kuzusu, deniz kokulum
söyle yavrum, söyle gözüm, söyle kılçığım
kim dokundu senin pullanmamış derine
kim kıydı senin o tazecik gövdene
denizde kum gibi dolgun pullarıyla
doymaz mı büyük balık küçük balığa
ama gördüm ya sonunda
derya içindeki deryayı
büyük balık küçük balık peşindeydi ya
birleşince küçük balık yüzlercesiyle
şaşırıp kaldı büyük balık
şaşırıp kalmadım amma
ne de keskinleşmiş dişleri ol mahilerin
unutulmaz bir deniz anası gibi büyüdü gövdeleri
kıymık kıymık oldu gövdesi büyük balığın
anladım
nice olsa da
denizde kum, büyük balıkta pul
birleşince
edemezmiş küçükleri kendine kul

14 Mart 1972
ARKADAŞ ZEKAİ ÖZGER

20 Mart 2012 Salı

Şiir Sanatı



Dokunabilir ve sessiz olmalı şiir
Yuvarlak bir meyve gibi,

Başparmağa bir şey söylemeyen
Eski madalyonlar gibi dilsiz,

Yosun tutmuş pencere pervazındaki
Aşınmış taş gibi suskun -

Kuşların uçuşu gibi
Sözsüz olmalı şiir.

Zamanda kımıltısız olmalı şiir
Ayın tırmanışı gibi,

Geceye takılan ağaçları dal dal
Özgür bırakır ya ay,

Kış yapraklarının gerisinde
Anı anı bellekte kalır ya -


Zamanda kımıltısız olmalı şiir
Ayın tırmanışı gibi.

Gerçeğe eşit olmalı şiir:
Gerçeğin kendisi değil.

Acının bütün tarihi çünkü
Boş bir eşik, bir akçaağaç yaprağı.

Çünkü aşk
Yan yana yatmış otlar ve denizin üstünde iki ışık -

Bir şey anlatmamalı şiir
Olmalı.

Archibald MACLEISH

Eski Bir Gün İçin Şiirler


sevgilim
bugün
helva yedim şarap içtim göğe uzandım
avuçlarımda hüzü
Ve sevinç güzel bir denizle başladı
ve güneş ipi kalınlaştırıyordu
sonra ansızın uzayıverdi ip
bir ucu orda kaldı
bir ucu bende
ve iki uç arasında sıkışan
karışık bir sevgiyi acabayla büyüten
bir güzelliğin negatifini büyüten
ince bir yüreğe dayanamadı
ip
koptu
sevinç
güzel bir denizle kaldı
ve güneş bir bulutla rahibeleşiyordu

sevgilim
bugün
helva yedim şarap içtim göğe uzandım
avuçlarımda hüzünlü bir aşk
ince kemikli bir eli okşuyorum
göğü okşuyorum
yabani bir diken batıyor avuçlarıma
bir çakıyla parmağımı kesiyorum yanlışlıkla

Ve sevinç güzel bir denizle başladı
ve güneş ipi kalınlaştırıyordu
sonra ansızın uzayıverdi ip
bir ucu orda kaldı
bir ucu bende
ve iki uç arasında sıkışan
karışık bir sevgiyi acabayla büyüten
bir güzelliğin negatifini büyüten
ince bir yüreğe dayanamadı
ip
koptu
sevinç
güzel bir denizle kaldı
ve güneş bir bulutla rahibeleşiyordu

sevgilim
bugün
helva yedim şarap içtim göğe uzandım
avuçlarımda hüzü
Ve sevinç güzel bir denizle başladı
ve güneş ipi kalınlaştırıyordu
sonra ansızın uzayıverdi ip
bir ucu orda kaldı
bir ucu bende
ve iki uç arasında sıkışan
karışık bir sevgiyi acabayla büyüten
bir güzelliğin negatifini büyüten
ince bir yüreğe dayanamadı
ip
koptu
sevinç
güzel bir denizle kaldı
ve güneş bir bulutla rahibeleşiyordu

sevgilim
bugün
helva yedim şarap içtim göğe uzandım
avuçlarımda hüzünlü bir aşk
ince kemikli bir eli okşuyorum
göğü okşuyorum
yabani bir diken batıyor avuçlarıma
bir çakıyla parmağımı kesiyorum yanlışlıkla

sanki bilerek yanlışlıkla kesiyorum
sanki aşkı kesiyorum
aşk parmağımda yanlış bir uçurum

dokunurken bırakır ürkek bir martı gibi
çünkü deniz orda
-ben alışkın değilim bir eli martılamaya
çünkü deniz orda
çünkü deniz orda
-heyecan verir bana aşk
çekilir kuytusuna
uzar gider gecede
bırakarak cinsel tortusunu
sevgi
denizin başlangıcı

seni koruyacam
tamamlıyacam
seni kazanmalıyım
istediğim kadar beslerim seni
büyütürüm içimde seni
çok çok çok
bir şey ver bana
seni seviyorum.

Arkadaş Zekai Özger


16 Mart 2012 Cuma

Sevdadır


Göğü kucaklayıp getirdim sana
kokla,
açılırsın.

solmuşsun,
benzin sararmış,
yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün,
öyle bükük bakma bana.

çam kolonyası getirdim sana,
kentli dağlıların haklı sevdasını,
bolu ormanlarından çarpan bir koku,
sanki köroğlunun ter kokusu,
aman kokusu, billah kokusu,
canlarım, canım benim,

üzme kendini bu kadar,
sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var,
bak yeryüzü ne kadar geniş,
ne kadar dar,

dur ,
akıtma gönlüm yaşını,
gözünden öpecek bir yer bırak,
oy bana en yakın,
bana en uzak,
sevgili yar,
hasretine vur beni,

giyecek çamaşır getirdim sana,
adettir diye değil, sevdim diyedir,
bağışla, eski biraz,
bedenim uygundur diye bedenine,
elimle yıkadım, ütüledim,
elma ağacında kuruttum,

günler sarmal bir yay gibi,
bunu unutma,
bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir,
bunu unutma,
seni ben her yerinden öperim,
beni unutma,

kadere inansaydım,
sana inanırdım,
düşürmem sigaramın ucundaki külü ben,

öyle kırık bakma bana,
caddeler nasıl da genişliyor,
sana bunu söyleyecektim,
bileyli bir makas vardı yanımda,
sana bunu söyleyecektim,
hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri,
sana bunu...
oyy nasıl söyleyebilirim,
deliren sevdamızın kısrak huyunu,

elimi tut,
tuttururlar, o kadarına izin verirler,
kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu,
bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız,

sen içerde,
ben dışarda...
oyyy mahpusluk mahpusluk...

ARKADAŞ ZEKAI
OZGER