31 Ağustos 2011 Çarşamba
ayrılık da sevdaya dahil
1.
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın..
2.
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan..
3.
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili..
4.
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle
5.
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız..
atilla ilhan
27 Ağustos 2011 Cumartesi
22 Ağustos 2011 Pazartesi
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!
Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.
Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez
oscar wilde
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!
Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.
Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez
oscar wilde
21 Ağustos 2011 Pazar
Bilmeeeeece
15 Ağustos 2011 Pazartesi
ÜÇLEME
1.Hava kararıncaya dek
Eline almıştı kadının elini. Konuşmuyordu
uzaktan, belki de kendi içinde,
güçlü atışını duyuyordu denizin nabzının.
deniz, çamlar, tepeler eliydi kadının
Ona söylemese bunu, nasıl tutabilirdi o eli?
hava kararıncaya dek kımıldamadılar. Sadece
iki eli de kırık bir heykel vardı ağaçların altında.
2. Bir kadın
O gece; yanına varılmaz o kadın öpmüyor kimseyi
onu öpecek kimse çıkmaz korkusuyla tek başına.
Beş uçlu bir yıldızla gizliyor bir tutam beyaz saçı
ve en güzel kimliğini yadsıması kadar güzel kendisi.
3. Neden bizim suçumuz?
Dikensiz kalkan filizleri dilinin altında,
üzüm çekirdekleri, şeftali lifleri.
Ilıman bir ülke var gölgesinde
kirpiklerinin. Yatıp dinlenebilirim, diyor, sorgusuz.
Peki ne anlama geliyor bu ’daha ilerde’ sözü?
Neden senin suçun olsun, kuşkusuz, yaprakların
arasında kalman-
güzel, yalın, sıcaklığının altın çizgilerinde?
Ve neden benim suçum gecede ilerlemek,
kendi özgürlüğümde tutsak, diyor, cezalandırılanın
ceza vermesi?
YANNİS RİTSOS
Eline almıştı kadının elini. Konuşmuyordu
uzaktan, belki de kendi içinde,
güçlü atışını duyuyordu denizin nabzının.
deniz, çamlar, tepeler eliydi kadının
Ona söylemese bunu, nasıl tutabilirdi o eli?
hava kararıncaya dek kımıldamadılar. Sadece
iki eli de kırık bir heykel vardı ağaçların altında.
2. Bir kadın
O gece; yanına varılmaz o kadın öpmüyor kimseyi
onu öpecek kimse çıkmaz korkusuyla tek başına.
Beş uçlu bir yıldızla gizliyor bir tutam beyaz saçı
ve en güzel kimliğini yadsıması kadar güzel kendisi.
3. Neden bizim suçumuz?
Dikensiz kalkan filizleri dilinin altında,
üzüm çekirdekleri, şeftali lifleri.
Ilıman bir ülke var gölgesinde
kirpiklerinin. Yatıp dinlenebilirim, diyor, sorgusuz.
Peki ne anlama geliyor bu ’daha ilerde’ sözü?
Neden senin suçun olsun, kuşkusuz, yaprakların
arasında kalman-
güzel, yalın, sıcaklığının altın çizgilerinde?
Ve neden benim suçum gecede ilerlemek,
kendi özgürlüğümde tutsak, diyor, cezalandırılanın
ceza vermesi?
YANNİS RİTSOS
9 Ağustos 2011 Salı
BAZEN
"kadıköy'de yürüyoruz biraz dedim denize doğru
yürüyelim yaa hep yukarı yürümeyelim dedim
döndük sonra
denize vardığımızda, biraz şeye doğru yukarı doğru
çıkalım dedim, park'a gittik, çay içtik, denize baktık
bazen dayanılmaz oluyor, kavurucu hatta
bazen mecbur oluyorsun
bazen insanları kendinden uzaklaştırıyor ki
bazen tamamen ihtiyaç olabiliyor
kendinden uzaklaştırma isteği
bazen kendinden uzaklaşma isteği
bazen gidiyorsun zaten
ama hep dönüyorsun
bazen ağlıyorsun bayaa
bazen ağlayamıyorsun bayaa bayaa
bazen içiyorsun
bazen acıbadem'den bir taksiye biniyorsun
falan yer diyorsun
taksiyi çekip iç'sen mi diyor taksi şöför'ü
sana engel olamıyorsun o kadar kötü ki
yüzüne bile bakmıyorsun
bazen zaten içmeye gidiyorsun
bazen çok ama çokk fazla içmek istiyorsun da içemiyorsun
bazen ölüyorsun
bazen ölmüyorsun
bazen tüm koşullar uygunken bile ölmüyorsun
bazen öldürüyorsun
bazen ölmek isteyipte ölemediğinde öldürüyorsun
o daha kolay geliyor
bazen yalan söylüyorsun
bazen ne kadar sık yalan söylüyorum diye düşünüyorsun
bazen bu yalan diye düşünüyorsun
bazen gülüyorsun çok fazla
bazen durduk yerde dans etmeye başlayan kadınlar
oluyor hayatında katlanamıyorsun
bazen katlanıyorsun
bazen bir kadın geliyor oturuyor karşına ve ağlıyor
kadınlar hep ağlıyor
bazen bir kadın geliyor oturuyor karşına
en çok korktuğun şey bir kadının gözyaşıdır diyor
-kendi adına-
tamam deyip dönüp bakıyorsun geriye doğru vay canına diyorsun
bazen birisi geliyor karşına oturuyor eğer çok sevdiysen
diyor oysa ki bilmiyor çok sevmek te hep bir a'na ait
bazen bir kadın oturuyor tam karşına artık birşeyler
yapmak lazım diyor
sende kalkmam lazım diyorsun
nasıl anlatabilirsin ki
yaşlı bir kızılderili dışında herhangi birine
suyun suyun için de olduğunu"
7 Ağustos 2011 Pazar
Hararet Anıtı
"parkın içinden geçip hararet anıtına doğru yürüdüm.
çevresindeki kırmızı çiçekleri ve şelalesiyle
cam bir zeminin üstünde
öylece duruyordu.
bir deniz atına benzeyen anıtın üstünde
şu yazı ilişti gözüme:
ateş bastı öldük biz."
-brautigan / hararet anıtı
çevresindeki kırmızı çiçekleri ve şelalesiyle
cam bir zeminin üstünde
öylece duruyordu.
bir deniz atına benzeyen anıtın üstünde
şu yazı ilişti gözüme:
ateş bastı öldük biz."
-brautigan / hararet anıtı
Garip
1 Ağustos 2011 Pazartesi
*Buzul Çağının Virüsü*
Sana yirmi beş yaş dayanılmaz haşarılığını kanıtlayan yazılarından kopya ettiğim birkaçını gönderiyorum.
Kızma! Biliyorum yanlıştı sana gelmem. Kalan yanlışlıklar değil midir zaten. Karşılaştığımız ilk gün gözlerinde beliren huysuzluğu duyumsamıştım.
Seni değişmiş görmeyeceğim hiç. Görmek de istemiyorum.
Hep aynı o... aşk adamı, töre kaçkını delikanlı. Birdenbire gecikmiş çöküntüye dayanamayan Byron portresi. Ben çürüdüm senin adına durmadan, bilerek.
Ellerime baktın. Çoraktı, çatlaktı. Belki tek vurgunluğun gözlerimeydi.
Onlardı eskitilemeyen. Yıpranmazdılar ben isteseydim bile.
Bir süre oyalanma gücünü veren sana.
Yakınmıyorum.
Yanlışlığın nerede olduğunu tam kestiremeden öleceğim gene de.
Kin tutmaya ödün vermez bir ölüm olacak, umutlanma.
Bunalımlarını neye dayandırmak istersen iste, açılmazdın,
açılmana yardım edemezdim.
Tüm cayabildiklerimi ellerine tutuşturmaya kalkışsaydım,
nasıl küçülürdüm biliyorum.
O bilişi, onurlu alınganlığını yerleştirdiğin yüreğimin suçu ne?
Biz bir varoluşun içinde ya da dışındaydık, onu hiçbir payanda ayakta tutamazdı. Susacaksın kuşkum yok,
bu susku’yu senden önce salt unutulmuşluğa götürmeyi diliyorum.
Kanayan tutkularında neyi parçalasan içinde ben varım,
dahası ruhgöçümüne uğrayarak ben olacağım!..
Mutluyum, nasıl isterdim bunu bilmeni.
Bildiğini bilmek umudu, artırmıyor mu sanıyorsun acımı.
Aynı zamanda şaşkın bir doğa çarpığı. Ne İskender’ler imgeledim,
ne Salvador Dali’ler sende.
Bir gün beni yersiz yücelterek içini rahatlatmaya zaman bırakacağımı da seziyorum. Kocadı yüreğim artık, durmaya gönüllü.
Duymayayım da yanıl, kutsa benden sonra beni, bağışladım şimdiden.
Masalımızı yazamayacaksın yaşadığıma inandıkça.
İşin kötüsü, yok olduğuma da inanamayacaksın!
Gene de esirgeyeceğim seni, kesin ardıma bırakacağım, senin dileğin de bu,
öylesine hırpalıyorsun çünkü, değmez bulacak,
insanlık tragedyası karşısına çıkarılmış clown fantezisi sayacaksın,
bize göre dünyamızın çocuk kalmış sevdasını!
Oysa, bir kez ölümlü bakışını durdurabilseydin zamansızlıkta...
Dur, yokla bedenini, bak ne sıcacık!
Hep kıskandın kendini, kendinden canım aptalım benim.
Sen hep yanılgı ve yenilgilerden oluştuğun için yaşayabilensin!
Vüs'at O. Bener
Kızma! Biliyorum yanlıştı sana gelmem. Kalan yanlışlıklar değil midir zaten. Karşılaştığımız ilk gün gözlerinde beliren huysuzluğu duyumsamıştım.
Seni değişmiş görmeyeceğim hiç. Görmek de istemiyorum.
Hep aynı o... aşk adamı, töre kaçkını delikanlı. Birdenbire gecikmiş çöküntüye dayanamayan Byron portresi. Ben çürüdüm senin adına durmadan, bilerek.
Ellerime baktın. Çoraktı, çatlaktı. Belki tek vurgunluğun gözlerimeydi.
Onlardı eskitilemeyen. Yıpranmazdılar ben isteseydim bile.
Bir süre oyalanma gücünü veren sana.
Yakınmıyorum.
Yanlışlığın nerede olduğunu tam kestiremeden öleceğim gene de.
Kin tutmaya ödün vermez bir ölüm olacak, umutlanma.
Bunalımlarını neye dayandırmak istersen iste, açılmazdın,
açılmana yardım edemezdim.
Tüm cayabildiklerimi ellerine tutuşturmaya kalkışsaydım,
nasıl küçülürdüm biliyorum.
O bilişi, onurlu alınganlığını yerleştirdiğin yüreğimin suçu ne?
Biz bir varoluşun içinde ya da dışındaydık, onu hiçbir payanda ayakta tutamazdı. Susacaksın kuşkum yok,
bu susku’yu senden önce salt unutulmuşluğa götürmeyi diliyorum.
Kanayan tutkularında neyi parçalasan içinde ben varım,
dahası ruhgöçümüne uğrayarak ben olacağım!..
Mutluyum, nasıl isterdim bunu bilmeni.
Bildiğini bilmek umudu, artırmıyor mu sanıyorsun acımı.
Aynı zamanda şaşkın bir doğa çarpığı. Ne İskender’ler imgeledim,
ne Salvador Dali’ler sende.
Bir gün beni yersiz yücelterek içini rahatlatmaya zaman bırakacağımı da seziyorum. Kocadı yüreğim artık, durmaya gönüllü.
Duymayayım da yanıl, kutsa benden sonra beni, bağışladım şimdiden.
Masalımızı yazamayacaksın yaşadığıma inandıkça.
İşin kötüsü, yok olduğuma da inanamayacaksın!
Gene de esirgeyeceğim seni, kesin ardıma bırakacağım, senin dileğin de bu,
öylesine hırpalıyorsun çünkü, değmez bulacak,
insanlık tragedyası karşısına çıkarılmış clown fantezisi sayacaksın,
bize göre dünyamızın çocuk kalmış sevdasını!
Oysa, bir kez ölümlü bakışını durdurabilseydin zamansızlıkta...
Dur, yokla bedenini, bak ne sıcacık!
Hep kıskandın kendini, kendinden canım aptalım benim.
Sen hep yanılgı ve yenilgilerden oluştuğun için yaşayabilensin!
Vüs'at O. Bener
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)