27 Aralık 2011 Salı

Piyano Soloları


i

büyütebilir miyiz bir aşkı ayrılırız korkusuyla

ii

çok önce miydi, elimizdeydi bir masada saatlerce susmak
boynumuzda güvercin gölgeleriyle kalkardık çınaraltından

gelirdin, su çağıltısını çoğaltırdın adımlarınla
kandilin fitilini kısar, rüzgarımla çözerdim saçlarını
omuzlarından topuklarına inerdi elbisen

çok önceydi, kulak memelerine koşacak kadar haylazdım
kirpiklerinden yüzüme dökülürdü ay kırpıntıları

iii

bir saçak altında bileklerine yapışarak söyledim bunları

"her sabah çiçeklerle, serçelerle resim çektiriyorum
dudaklarına dokunsam yine sular yürür ellerime
yine panayırlar kurarım yüzünde, meddah oynarım

çimlerdeki nar lekelerinden bulur, gideriz yolumuzu
beyaz izler bırakırız beyaz gömleklerimizden"

gecikmiş sözlerdi, tırnaklarımı yiyerek kaçtım uzaklara

iv

kullandığım her mum aydınlatıyor dibini
yanıyor yatsıdan sonra da, her an sönebilir diyerek

kara gözlükler takarak doğruluyorum kendimi
beş mevsimdir yeşil ışıkları duruyorum
kırmızı ışıkları koşuyorum kimseler görmeden
yalnızlığıma hazırlanmış sözlüklere başvuruyorum
kanını içine akıtmış aşkları anlatmak için

bütün sonlar küçük unutkanlıklarla başlıyor
her zaman bir kumral oluyor küçük suçlarımın ortağı

v

sürdürebilir miyim bir aşkı ayrılamam korkusuyla

akif kurtuluş

26 Aralık 2011 Pazartesi

Y-Faktörü


o bana suda birşey aramakta
yardım etti. yaşamımdaki
saklanmış şey bulundu.
bir inci kolye dizdim
kadın olmanın anlamını düşündüm.
onun için elinde çam dalı
tutan bir gelin olmak isterdim.
yok aşk değil,uyuşmak,anlaşmak
bütün o boktan şeyler değil.
yok yok aşk değil, aşk hiç değil.


Onun bir sözcüğüyle yaşamımda
Yer alan herşeyi çöpe atmak isterdim.
Gelgelim aşk değil bu, aşk hiç değil.
Bir şey arayan bir kadının aradığı şeyle
Karşılaştığında kendine iskambillerden
Kurduğu bir hayatın yıkılması gibi
Bir şey bu. Doppler etkisi...
ONA YAKLAŞARAK YOK OLDUM.
yaşamımdaki Y-faktörü yok oldu.
yok aşk değil bu, aşk hiç değil


beta ışınına dönüşmek belki
ama aşk değil
hep böyle kaybederek mi
galip oluyor o?
hep böyle umarsızca
kendini silerek?
hiçbir şey beklemediği için mi
benden, ben herşeyimi vermek
istiyorum ona?

yoksa benden daha çok
üzülmesi mi eski yaralarıma?
ama kaldı mı böyle kişiler şimdi,
ben mi yapıyorum kafamda yanılmasa?
tende kalan bir parıltı belki
aradığım şeyi bulduğumda
karşıma çıkan eter
hep o aradığım gizemli pürlük –
TADZİO –
nasıl tanımam onu karşıma
çıkarıldığında
nasıl asetonlamam beynimi
nasıl çam yeşili bir eter ve etera
gözlerini hep ayak uçlarına
dikip durduğunda

belki Tadzio da değil o
belki başka bir şey
gizli tutulması gereken bir şey
ama nasıl nasıl tanımam onu
karşıma çıkarıldığında.


enerjiye bağlanınca
raslantılar derin bir anlam
kazanıyor: esrarengiz peru
yazmalarının 9 sezgisinden
ikincisi söylüyor bunu.
gözlerimi kapadığımda
nasıl bir sitar ve eter ve etera
yok yok aşk değil bu, aşk hiç değil


saf olana duyulan çılgın bir tutku bu
kuğu sürülerine duyduğum özlem
yüreğime eldiven gibi
geçen birşey
eskiden önemsediğim ne varsa
şiirim, dostlarım hatta gururum
hepsi iskambil kağıtları gibi
yıkılıyor
ve belki de ben ilk kez aşık oluyorum.




(Defter,33)//Lale Müldür

20 Aralık 2011 Salı

başlık yok.


O günahsız kadına, benim ilk taşı atan,
Parmakları doğrayan o şehlâ nigâh benim.
Suçluyum, bukağıya vurulmuş cinler kadar,
İnsanı yeryüzüne döndüren günah benim.

Sen kırılmış bir dalı, zeytin ağaçlarının,
Ben, Kura Vadisi’nde parçalanmış bir taşım,
Sustukça derinleşen kuyulardan gam çeker,
Efsunlu bir hayalle gezer talihsiz başım

Gidip de kaybolursan bir yalnızlık ilinde,
Bu ülkede sadece ismim kalır geriye
Ne hayal ülkem olur, ne hayal eden biri…
İmge olmaya hasret bir im kalır geriye.

Başı döner ebenin, tutunamaz oyuna,
Ben kaybeden çocuğun bahtıyla üzülürüm.
Kanlı bir ihtilalde can veren ağaçlara,
Nazire olsun diye ben ayakta ölürüm.

Mehmet Taştan

Müebbet Türküsü



VII

bu türkü hiç bitmeyecek karanlık sular akıyor içime
her dizesi bir fırtına belki soluğum yetmeyecek
korkarım teninden avuçladığım buğu uçup gidecek
yastığım sımsıkı yastıkta aralanmıyor dudakların
kış üşümesiyle durma sırtını dönüyor yatağım
bir yangından çıkmışım tepeden tırnağa yanık
çekip almışım bir çocuğu çığlığı bende kalmış
yana yana dost kapılardan yüzgeri olmuşum
su dökenimi aramışım inatla beni ağzınla sustur
beni suskunluk kapkara suskunluk öldürecek beni
sesi türkümün sesi sağanak yağmurları isterim
dur altına sen de sağalır belki ateşi gövdemin
duvarla başladı duvarla mı bitecek türküm
şu dağlar eteği kuşatma tepesi karlı dağlar
şu okul şu sokak şu ev şu ağaç şu bulvar
düşünüyorum da sanki bir varmış bir yokmuş
benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş
sesli konuş dışarda kalmasın çiçek yüklü dallarıyla bahar
balçık gecelerden balçık gecelere çıkıyorum
ayaydınlık sabahlara bir de sana inanıyorum

Nevzat Çelik

uzak yakınlık


Soruyordun
İlkyaz işte
Uyanıp bir bahçeyi dinliyoruz
Tenhalık böyle

Dallar mı kırılmış, sarmaşıklar mı toz içinde
Beklesem hemen gelecek olduğun
Tam öyle olduğun
Oysa hep yanımdasın, seninle her şey yanımda
Kırık dökük de olsa yanımda
Mesela çok sevdiğin bir deniz bile yanımda
O deniz ki aramızda hiç kımıldamadan
Erkeğini iyi tanıyan bir kadın gibi yorgun.

Yarısı yenmiş bir elmaydık bana sorarsan
İkimizdik, iki kişi değildik
Bakıyorsak birlikte bakıyorduk gözlerimin içine
Birlikte gözlerinin içine bakıyorduk senin
Yanlıştı, doğruydu, hiç bilmiyorum
Sanki bir bakıma ayrılık böyle.

Karşılıklı otursak da ne zaman
Masa örtüsünü ikiye bölen ellerimizdi
Bir tırnak yeşilinden gerisin geriye
Ayak bileklerimizden gerisin geriye
Bütün bunlar gereksiz, bilmiyorum sanma
Gereksiz ama yalnızlık böyle.

Bir hüzün kaç kişinin hüznü olurdu
Çıkarsak toplamak yerine
Her hüzün başka türlü olurdu
Ne yaparsan yap saati kurma
Öyle dağıldık ki hepimiz
Her günün geçmesi bir gerçek oluyor
Seninle her uzaklık gibi böyle..

edip cansever

Goethe


Etkileyemiyorsun,herşey ruhsuz kalıyor,
Kendini üzme!
Bataklığa düşen bir taş,halkalar oluşturmaz.
En mutlu söz bile komik duruma düşer
Dinleyen kulak çarpıksa eğer.

goethe

14 Aralık 2011 Çarşamba

Ben sana teşekkür ederim


Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün,
Ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün;
Serinlik vurdu korulara, canlandı serçelerim;
Sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata,
Ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta.

Sen bana çok güzeldin, senin ayakların da.

12 Aralık 2011 Pazartesi

MANASTIRLI HİLMİ BEYE BİRİNCİ MEKTUP


İşte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben
İşte şu begonya, işte yalnızlık
İşte su damlacıkları, alnımda, kollarımda
İşte yok oluşumdan doğan kent
Hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız
Ben dediğim koskocaman bir oyuk
Koltuğun üstünde, aynadaki yansıda
Bir oyuk! sofada, mutfakta, yatağımda
Yaşamayı tersinden kolluyorum sanki
Yetişip öne geçiyorum sık sık. Sözgelimi
Bir iki saatte bitiveriyor bir mevsim
İyi
Bugün pazartesi mi? kapının, pencerenin durumu
Salıyı gösteriyor.
Salondaki büyük saati sattım
Saatin ölçebileceği
Herhangi bir zaman parçası yok
Gittiği yeri bilmeyen böcekler gibiyim
Bir oyuğa, oyulmuş bir yaşama
Ne gereği var ki saatin
Balkona çıkıyorum sürekli
Yollar yollar yollar katediyorum sanki böylece
Bir semtin ilk rengini alıyorum
Örneğin Ümraniye'de bir çay bahçesindeyim
Bazan
Anılardan anılara bir yol
Ve
Anılardan anılara sallanan bahçe
Hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor
İyi.
Yeniköy'de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah
Bu sabah bu sabah
Oralı olmadı kimse —pazartesi miydi—
Oyuğumdan çıkmıştım tam, begonyamsa güller içinde
Nasıl?
Güllerse güller içinde yani
Ve balkon demirinde bir martı. Dedim ki
Deniz şuralarda bir yerde olmalı
Çıt yok evin içinde
Deniz şuralarda bir yerde olmalı
Çıt yok
Sanki dünyadaki bütün çay ocakları kapalı
Ve göklerden tepelere inen bir sokak
Ya da bir akarsuyum ben
Denizse
Şuralarda..
Yok önemi bir iki gün kaldı —martı—
Balkonda
Deniz de öldü sonra, martı da
İyi iyi.
Suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi
Günler —seni anımsadığım zaman—
Birden Kurtuluş'tan Taksim'e giden bir tramvay görüntüsü
Mavi bir elektirik çakımı tellerde
Sanki kar yağıyor da sürekli, Tepebaşı'ndayız
Karlar gıcırdıyor ayaklarının altında
Besbelli Gümüşsuyu'ndayız, Rus lokantasındayız
—Ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz—
Şarap içmişiz, üşüyoruz
Dışarda dünya silinmiş
İkimiz ikimiz ikimiz
Böyle birkaç defa ikimiz
Sonra ki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey
Nasılsa
Sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa
Sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben
Üşümüyorum da
Bende herkes var, diyen bir kızın titrek
Sesleri dökülüyor kucağıma
Dudaklarım kan mavisi bugün.
Biz burda iyiyiz, biz burda çok iyiyiz
Biz burda kırk yaşındayız hepimiz
Dördümüz bir kişiyiz de ondan
İçimizden biri uyuyor olsa, falan filan
Onu bekliyoruz bir kişi olmak için
Evet evet, yanılmıyorum ben
Bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
Doğrusu ya
Yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor
Duvardaki vitray, begonya
Begonya, vitray
Kurtuluşla Asmalmıescit birbirine geçiyor
Bir tramvayın durmasıyla durmaması arasındaki ayrım
Karanfil kokuyorsa biraz
Yeni koparılmış bir demet karanfilim ben
Saçlarını soğuk ve uzun.
Ne diyordum? yağmurlar, evet
Üşümüyorum ürperiyorum sadece
Biçimini zorlayan bir kedi gibi
Dur biraz
Kapı çalındı, hayır, telefon
Telefon kapı telefon
İkisi birden mi yoksa
Yoksa
Ne telefon ne kapı
Bir şimşek sesi hiç olmazsa
O da değil
Ses filan duymadım ki ben
Yuvarlandıkça büyüyen
Bir kartopunun yumuşak sesi mi? belki
İki sesi taşıyan bir ses
Neden olmasın
Biraz önceki gibi
Üstümden biri kalkmıştı —yok canını—
Öyle değil, bir gölgeydi hepsi hepsi
Yer değiştiren gezgin bir gölge
Bahçedeki ceviz ağacından
İçeri sürüklenen.

MANASTIRLI HİLMİ BEYE İKİNCİ MEKTUP




Susmanın su kenarındayız bugün
Ne kadar sevgiyle konuşsak —konuşuyoruz da—
Korkuyoruz gözgöze gelince Hilmi Bey
Korkuyoruz
Sanki gözler rakiptir de birbirine —öyle değil mi—
Ve bir yokuştan iner gibi oluyoruz
Bir yokuştan bir yokuşa sürekli
— Nereye?
— Bilmem ki
Ellerimizde alkol sesleri, saçlarımızda
Alkol sesleri
Dağlarımızda, içdenizlerimizde
Ve günler günlerin içinde öyle yavaş ki
Yerine saplanıyor bir sürahi
Pencereler şaşkın
Perdeler bir uzak yol kadar uzun
Ve balkon
Kendi dudaklarında şimdi
Donmuş bir tavus kuşu
Bir tavus kuşu yontusu belki
Ne tuhaf
Demin de aşağıdan bir bando geçti
Sormak isterdim sana
Bir bando şefinin hüznü nedir Hilmi Bey
Bir bando şefinin uykusu
Nasıl bir uykudur ki Hilmi Bey
Ne kötü
Elimde bir çiçekle yaz geçti.
Ve bugün
Çepçevre oturduk masanın başına gene
Bezik oynadık Hilmi Bey —her gün oynuyoruz ya—
Giysisiz, sadece kombinezonlarımızla —öyle işte—
Oda çok sıcaktı —lal renkli çini soba—
Seniha korse takıyor, yahudi matmazel
Nerdeyse çıplaktı —terliyor terliyor terliyor—
Ve Cemal bir köşeden bize bakıyordu
Bakmıyor gibi bakıyordu
Durmuyor gibi duruyordu da
Benim anlamadığım işte bu
Dün dudağını kesti çarşıda
Kırmızı bir balıkla oynuyordu
Öptü bir ara balığı —neden—
Öperken dudağını kesti
Balık da kırmızıydı, kan da
Ve balık yüzerekten geçti —gördüm iyice—
Dudaklarından
Durdu Cemal gibi biraz ötede
Durmuyor gibi durdu
Ağlamadı, hiçbir şey söylemedi
Bu çocuk anlaşılmayanın ta kendisi
Yalnızca sordu, bu yüzden sana soruyorum ben de
Melekler dişi midir Hilmi Bey
Dişidir diye tutturdu
Yani ben..
Öyleyse neyim
Elimde bir yapma çiçekle.

Adım Cemile ya, çok seviyorum adımı ben
Çocukluğudur insanın adı
Cemal şimdilik Cemal'dir —evet, öyledir—
Benimkisi bir anımsama —Cemile—
Cemal - Cemile: yeni fışkırmış bir marulun sesi
Ezilmiş iki vişne
Ve akşam
Akşam ki sallanacak hamağını buldu
Buluyor
Sular menekşelendi Hilmi Bey
Karpuz lambanın altında
Yorgunum biraz —bütün gün içtim—
Hepimiz içtik
Cemal odasından çıkmadı hiç
Tangolar çaldık üstüste
Eski tangolar —bin dokuz yüz on beşlerde ne vardı
Ben pencereden bakarken
Kimseler ölmemişti
Ölüm diye bir şey yoktu ki Hilmi Bey
Var mıydı?—
Yüzümden bir şeyler aktı aktı
İçim de menekşelendi Hilmi Bey
Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor.
Nedense odasına kapandıkça Cemal
Soyundukça soyunuyor yahudi matmazel
Hırslı bir dişi gibi
Ester, diyorum, Ester
Gülümsüyor hafifçe
Bir başka gülümsemeyi karşılar gibi
Öpüşürken gördün mü sen iki öpüşmeyi
Hilmi Bey
Tam öyle
Hızla giyiniyor sonra, dışarı çıkıyor
Üç kişi kalıyoruz birden
Yeni ısırılmış bir elma gibi kalıyoruz
Parlıyor yeşil tarafımız kendi aydınlığında
İçimde bir soğukluk
Dışımda bir begonya.
Karanlık iyice dışarısı
Rakımızı bitirdik —üçümüz—
Cemal odasından çıkmıyor
Birazdan Ester de gelecek
Koltuğa çökecek, bir sigara yakacak
Gene bir haç gibi olacağız dördümüz
Bir evin içinde kocaman bir haç
Kutsal değil, kirli
Coşkulu değil, kırık dökük
Sevinçle çekeceğiz onu kendimize.

10 Aralık 2011 Cumartesi

//:


hadi bir sonuç yaz
bir teselli uzat
göğüs ağrılarına, çırpınışlara,
korkulara
ve bir çıngırak gibi öten zamana...

CAHİT ZARİFOĞLU

28 Kasım 2011 Pazartesi

ulu orta


I
düşen bir yaprağa bağladım hayatımı
olsun artık diyorum ne olacaksa
paralı bir asker miyim neyim
ekleyip duruyorum sabahları akşamlara
ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor
gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta
aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim
nasıl bir dostluk ki bu, hem kadim
hem de mayhoş elma tadında.

sorma,
elim kırılsın bir daha
dokunursam güneşe.


II
kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk,
omzunun hizasına.
çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu
ve ayağını kaldırıyor dünya, konuşurken benimle.
budanan oğullar gibiyim sessiz ve narin
nereye konsam geri sayım başlıyor
kurcalıyor beni bir çırağın elleri
ah, unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni.

sorma,
üstü açık araba
dünya dediğin.


III
kılpayı kaçırılmış bir şeyin
bıraktığı ardında
neyse oyum ben.
yaralı serçe, benim için dua et:
gök bir kayalık gibi şimdi üstümde
dr şükrü öncüoğlu’ndan üç ayda bir reçete.

sorma,
yangın sönseydi suyla
denizler her akşam böyle yanmazdı.


IV
acıyan bir şeyim ben buradan çok uzaklarda,
ve koskocaman bir hansın sen uğraşma bu çocukla
çünkü nasıl bir şey biliyorum itin taştan korkması
bir yastık arıyorum kuş seslerinden
mühim değil sonrası.

sorma,
siliniyor her şey, hatta uçurtma
takılıp kalıyor göğe.


V
yakar top oynayan melekler gördüm güneşle
ve büyük çiftçiler, dağları biçen
yolundaydı her şey ben bile yolundaydım
ama
kıyıya vardığımda kendimi unuttuğumu anladım
karşı kıyıda.

sorma,
kaldım altında
devirince kitabı.


VI
şiirler söyledim belki duyarsın diye
çığlığıydım içinde dilsiz bir şehzadenin
sana seslendim durdum bu küçük odadan
acımı duy, sensin pusulam benim
ki dünya
silinmiş bir harita
gibi yabancı bana.

sorma
usulca uzandığında
bir ceset oluyorsun öpüldükçe şımaran.

İbrahim Tenekeci

20 Kasım 2011 Pazar

Bıktığım şeyler ve yeşil fanila



Gözlerin bir yeşil fanilaydı balkonda uçuşan
Sicim yağmur taklidi
Bıkmıştım zor geçen kışlarımı anlatmaktan
Bardağa bir kaç çiçek ıslamaktan.
Parmağımın ucunda kırmızı kenarlı bir bulut
Onu uzatırdım sana, yalnızlık gibi iri bir damla
Parmağıma düşen bir damla kandı aşk.

Seni sevince pazara çıktım sevinçten
Enginar aldım "süper enginarlar" diye bağıran adamdan
Oturup ağladım sonra, şaşırdın.
Bu, "süper" oluşta canımı acıtan birşeyler vardı.
Canımın acısıydın.
Ben bir tek o canı unutmamak için her şeyi hatırlamıştım.
Sevişmiştik.
Evde binlerce tespih böceğinin ayak izleri
Sevişmiştik.
Biri başımdan aşağı pırıltılarla dolu bir sözlüğü
boşaltmış gibi

Seni sevince kıpırdayan her şiiri
Kahverengi bir çaydanlıkta saklıyorum.

Sonra gittin.
Birlikte kışlıkları naftalinleyecektik.
Söz vermiştim unutmayacaktım gözlerini
Bir yeşil fanila gibi ipte, alıp ütüleyecektim.
Herkese iyi akşamlar demeyi öğretecektim gözlerine.
Sonra gittin.
Çocuk oldum bir daha, ağladım.
Kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı.
Kitaplar, aşk, her şey.
Herşeyi son bir kere daha kurtaramazdım.
Keşke nane şekeri gibi mentollü bir buluttan doğaydım
Sonra gittin.
Beyaz bir küf büyüdü evde, tersten yağan kar gibi.
Keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı.
Çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı.
Söz dedim, söz verdim.
Yüzüme bir daha çiçekli masa örtüleri sermeyeceğim.
Sokakta kuş ölüsü bulmuş çocuk gibi ağladım.
Söz dedim, söz verdim.
Ruhumu gömdüğüm yer hâlâ belli.
Güneşi özledim, sonra seni
Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.

Sonra gittin
Gözlerin bir yeşil fanila unutulmuş balkonda
Sicim yağmur taklidi
Artık iyice inceldi.

Didem MADAK

Yine Sana Dair


Sen!
Sen, esirliğim ve hürriyetimsin,
Çıplak bir yaz gecesi gibi
Yanan etimsin,
Sen, memleketimsin.
Sen, ela gözlerinde yeşil hareler,
Sen, büyük, güzel ve muzaffer
Ve
Ulaşıldıkça ulaşılmaz olan Hasretimsin...

Sende, ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
sende, ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
sende uzaklığı,
sende, ben, imkansızlığı seviyorum.

Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
ve kan ter içinde, aç ve öfkeli,
ve bir avcı istihasıyla etini dişlemek senin.

Sende, ben, imkansızlığı seviyorum,
fakat asla ümitsizliği değil...

Nazım Hikmet
Usta'nın doğum günü anısına...
(20 Kasım 1901)

19 Kasım 2011 Cumartesi

Yaşlılık


Ben sudan çıkmış bir Ankaralı
Sen doğma büyüme güzeldin
Sapsarı sılam, masmavi gurbetimdin
Bu hayat sıktı beni, gel yürüyelim

Baldır bacak bir acıyla bakıştım dün gece
Ayna eski ayna, ben sanki eski ben
Saçlarımı cürufla yıkayarak genceldim
incitmesin gözlerini sonsuz yaşlılığım

Ölümseyerek bakıyor dünya, biz gülümseyelim
Beşikle teneşirin sevişmesi neyse ne

Ama sen doğma büyüme güzeldin...

Ahmet Erhan :)

18 Kasım 2011 Cuma

Üçüncü Set: Sonsuz Uyum



Yırtılmış bir tenis topu olmalıyım
Diye yineledim bu sabah
Pespembe hamağıma uzanarak
Ve pespembe kendime
Uznarak bir yabancı gibi
Ve dünyanın bütün yönlerini
Ve dünyanın bütün vakitlerini
Aynı anda ve birden
Gören ben
Bir de dedim ki
Yırtılmış bir tenis topu da olsam
Ne çıkar
Çünkü ben
Gene de
Yusyuvarlak bir yaratığım
Önce bir söz yuvarlağıyım. Sonra
Ağzımla gözlerimle göğüslerimle
Omuzlarımla ve kalçalarımla
Ve topuklarımla ve karnımla
Ve dizkapaklarımla ve oyluklarımla
Her yanımla, ama her yanımla
Ufuksuz bir dünyayla örtünmüşüm de sanki
Bir sürü yuvarlaktan oluşmuş
Yusyuvarlak bir yaratığım.

Ah sonsuz uyum, sonsuz uyum
Sapsarı, güz kokulu, yanık sümbül gözlü bir kızdım
Daha sapsarı, daha güz kokulu, daha yanıl sümbül gözlü bir kadın oldum
Yaşamın huyuydum artık. Kim bilir kimin
Kimlerin anısıydım
Üstü haçlı deniz kabuklarını işler gibi
Yaşanan bir çağın arasından fışkırmış
Yepyeni bir çağı işler gibi
Ağır ağır işledi bir deniz beni
Suyu suyuma vurdu
Suyu suyuma uydu
Büyülenmiş bir kırlangıçtı da sanki
Sonunda
O sonsuz
O derin
O görkemli uyumu buldurdu bana.

Ve ben ki
Güzel yazmayan ama güzel anlatan
Ve güzel anlatılan
Bir sanemdim de saklanmamı dışa çıkardım
Ve eşsiz kâselerimle içkimi sundum
Ve bir ortaçağ sahhafı gibi
Özenle yerleştirdim kendimi
Yaşamın büyük suyuna
Kösnül suyuna
Kendimi buldum.

Nedir ki, dedim, bir büyük aşk bir çoğul aşktan başka
Onu ben yaratmadım mı
Öyleyse ben kullanıyordum.


Tenis Öğretmeni, Edip Cansever

15 Kasım 2011 Salı

uzak sevgililer


sis bastırmış iyice, sular yükselmiş
yolu yok haber salmanın, mektup iletmenin
sadece ay-bulutlar ötesinde, mavi gökte-
parlıyor üzerinde uzak sevgililerin
bütün gün aklımda bu, neye baksam
yürek dayanmıyor.
açılması güç bir kilit gibi çatık kaşlarım
her gece, gölgesi gelir diye düşümde
yarısını ona ayırıyorum üstümdeki yorganın.


Lİ PO

13 Kasım 2011 Pazar

ah muhsin


ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
adlı bir cengaver olarak telefon ediyorum.
hakiki cinayetler işleniyor görüyorum.
isa görüyor, şeyhim görüyor, ben görüyorum.
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.

yüzyıl şilisinden bir dazz javulcusu inliyor tam arlarımda

hiç durmadan kentli,
mağlup, kıyasıya mağrur
ve mor bir çocuğum şimdi
pişman olmak için
birbiriyle bağlantılı yüzbinlerce yılım var.


seni sevmem
bu savaşı
kesintiye uğratmaz
ama ordan bakma!
bu, werther’in leş kanını gül kılar.


birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
otobüsler olacak, tirenler, bütün öldürülmüş cumhuriyet şehirleri
saçlarım uzun olacak, bıyıklar, gözlükler, gideceğim

çığlıklarla düzülmüştür aşk şiirleri.


gideceğim ensk ökümde devlet denen şirk,
beb gözüğümde kent gördükçe kırılan gıçlar,
ve bir dizeyi haklar gibi terli ellerim
bu çağın açısını dik tutacaklar.
bana bir öpücük verin yoksa galip döneceğim
ufka bir kesin ordum akıverecek
elimde çözülecek makina ve cinayet
marşlar yazıp halkımla söyleyeceğim yoksa.

inanmışım kaybetmek esrarıdır olmanın
çıldırmış bir vaşak gibi kaybediyorum.
ipimden kurtulmuşum kaybediyorum.
birleşmiyor ellerimiz haykırıyor trapez
tanklar tank olup geçiyor üstümüzden

helvetius haklı, devlet şaşkın, piyanist kara
memleket sana rağmen ket vururken yarama
şu çıplak çocuk şu tüyük bürk şairi ben

-ve emir “kun” diyor; doğuruluyorum-

“bu ülke”den daha bıçkın tamlama bilmiyorum.

bana bir öpücük verin yoksa şair öleceğim
ikdildar tohmekecek sözüme yoksa
ve bir dizenin tan yerini ağartamsıysa
ellerini tutarım ki kudurtucudur.


bunun için gözlerinin meryem hali sevgilim
gözlerinin meryem hali gerçek yurdumdur
ki zuhrettiğinde ilk formuyla isa yeniden
ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorumdur.
ben bu çağdan bir kere de şerefimle geçeceğim
lazım gelen gülleri göğsüme gömmüşüm.

birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
bunu daha çok küçükken bir filmde görmüştüm!
ah laikse aşkımız biter elbet bir kışbaharyaz günü

gözlerin uçurumlar kaydeder avuçlarıma
bir çınar gövdesini bir hamle daha yayar
üç içbükey komodin silah çeker vurulur

sen gidersin, denklem düşer, ben aşk olduğumu ağlarım
bir kelebek konduğu yerde bir mayın olduğunu anlar.
ben dünyaya karşı durmak ile meşhurum
olma. yokluğun bulunmama larcivert lavlar akıtır.

nasıl çekip gitmiş bir şaman
çekip gitmiş, bir şaman değilse en çok
benim gibi sonsuz bir at
hiç koşmuyorken de attır.


biliyorum lir sızmıyor şakaklarımdan
ve yüzümde şeyh çıldırtan yarıklar da yok
annem beni hep çok sevdi, kız gördüm mü ağlıyorum
modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
mıknatıssız bir pusula olarak

ah muhsin ünlü

9 Kasım 2011 Çarşamba

....


"korkarım
hayatın normale dönmesinden
içimdeyken sen

ve sağduyu denen ihtiyar
sana hiç yer yok bu bahçede

... biz bu kadar gençken"



?????

YÖN


Sen bana bakma,
Ben senin baktığın yönde olurum.

Özdemir Asaf

4 Kasım 2011 Cuma

Troya Hattı


Ah! Çocuk Ah!
sana sonsuzluk hiç çıkmayacak baktırdığın fallardan
ele alınamaz en güzel intihar mektuplarını yazdığın halde
taptığı aşklarda kendi hayatı kendine
hiç okutulmamış birisin sen

kendime tabutlardan tabut
sana gelinl...iklerden haziran beğendim
birbirimiz hakkında her şeyi bilmeyelim
henüz yola çıkmadan önce
merhamet değmemiş uzaklara gideceksek
kaçmak daha kolay olsun
ikimizi de aynı düş büyüttü
ikimizi de aynı şey delirtti
ben akıllanırken
bir iki kere Paris’i hatırladım
sen akıllanırken
her şeyi büsbütün unuttun
şehirden geri çekilirken
alkol kaplama çılgınlıklarım olur
ağzımı burnumu
kamyoncu küfürlerine bırakırım
gece gözlerini
gece yarılarına vura vura unuturum
kör yalnızlığıma kör bir fahişe ararım
illaki bulurum

veya

bundan sonra seni ilk gördüğüm yerde
eğer hatırlarsam
kendimi vururum

Jan Ender Can

31 Ekim 2011 Pazartesi

Sen Beni Öpersen Belki Fransız Olurum


sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-senegalliler dahil değil

sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-yoksa seni rahatsız mı ettim?

sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-freud diye bir şey yoktur.

sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-haydi iç de çay koyayım.

ah muhsin ünlü

29 Ekim 2011 Cumartesi

A.S.


gitme,
bir kez daha bak
bugün olmazsa yarın
hep böyle s/ağır,
böyle kör değil hayat/
gülecek...

"aydanur saraç"

24 Ekim 2011 Pazartesi

Gövde'lerin Gecesi


sana tanık bulunur şehre salınmış gövde
kaldır artık şu göğsünden lekesizliği
soyunup başımız önde şehri çıkalım!

dünya beni acıtacak kadar büyükmüş, demek için
küçük yalnızlığını dünyaya bağışlayan!
bakışlara kalplere kurulmuş aynalarda
herkes öyle yalnız ki yalnızlığı bilen yok
ve insanın insana uzun cehenneminde
kendi yüzüne bakacak kadar güzel değil hiç kimse

yüzüne benzettiği maskelerden ağlayan kadın,
inceyken kara kalemlerin ezdiği bir resim gibi
kitaba düşünce kelimenin şerrinden
sevişmekten yorulunca aşktan korkuyor
hayatı başka hayatların çıplak gövdesi

gövdelerin gecesi:benzerinin yüzünde ölümü öpen
ve soyunan yalnızlık korkusuyla benzerlerine
yok çünkü, cezasını bir cezaya ekleyen gezgin
ayna tutup boynundaki ipi kıran yok
yataklar ter kokan cesetlerin buluşma yeri
gölgelerin çiftleştiği şehirde
ben kendimi sevseydim cinayetler işlerdim

ey, yüzüne bakmadan aynalar tasarlayan, sen de
rüzgârın buruşturup atılan bir kâğıt gibi
parçalanmış bir kuş gibi alnıma konmadan önce
şehir tüylerini yolup beyaz karnını paylaşmadan,
sen, aşkına olmayan şehirler aramadan
ve kanatların küllerle ağırlaşmadan

şehrin dışına çık ve tanış benimle!

Haydar Ergülen

20 Ekim 2011 Perşembe

Aşk için gece


1.
Olmamış iki hayvan gibiydik.
O gece,
Salınan bir kabuğun kalbinde
Karanlığı duyduk,
Bizden ötede
Ve geride.

Ay kendini dünyadan esirgemekle,
Aşkı veriyordu bize. Ben anladım
Ve dedim ki sevgilime,
Seninim. Göğün karanlık bir köşesinde
Küçük bir yıldız olmak arzusundayım
Ve bu istek,
İkimizi öldürmeye yeter.

2.
Sevişmek bir sarmaşığın kalbiyle düşünmektir.
Açmaktır kendini sonsuzluğa.
Açtım ruhumu
Çıplaktım
Çırılçıplak.
Birleşmek istiyordum karanlıkla.
Kainatın boşluğunda,
Peltemsi bir karanlıkla
Gövdeme bulandı yıldızlar.
Ruhum inceldi.
Ve bir çiçeğin taze aklıyla uyandı aklım.
Gözlerim yok.
Olmasın

Olmasın.

3.
Açtım kendimi bir zambak arzusuyla.
Bir zambak nasıl isterse çiğini sabahın
Ve gece nasıl gölgeli ve nemliyse,
Öylece açıldı ruhum.
Son arzusuyla yöneldim suya
Köklerimle bir kuyunun ıslak
Duvarlarına tutundum.
Köklerimin bana fısıldadığı yol,
Ölümümdü.
Bitti aşkım
Yoruldum.

Bitirdim aşkımı
Ve onu bir zambağın
Gövdesine sakladım.
Bir zambağın kendini açma arzusuyla,
Kapanma isteği arasında geçen an,
O andı hayatı yapan.
Ölümü ve aşkı içiçe kılıp
Bizi kuyuda tutan o an.

4.
Yaşlı
Yorgun bir hayvanın yatağına çekiliyor içim
Dağılıyorum.
Ağır kokuyor dünya, kan kokusu bu, korkunç.
Sevgilim döndü yalnızlığıma
Öptü alnımdan ve güzelleştim.
Böyle sabahlarda beni sevgisiyle acıtmış
Herkesi hatırlarım.
Eskidendi, koca bir ruhla giriyordum bahçeye
Mavi çiçeklere bakıyordum ve işte şu diyordum
Nasıl da benziyor bana.

Öyle ya,
Sevişmek bir sarmaşığın kalbiyle düşünmekti.

BEJAN MATUR

17 Ekim 2011 Pazartesi

SİS


iki şehri var gecenin, biri gözümde
tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
gibi çöken siste, bana bu uykusuz
şehri niye bıraktın, göze alamadığım
bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin,
gece değil istediğin hayli karanlık
bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak
hevesindesin! gözlerini anlıyorum henüz
bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin;
gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır,
ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,
öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak,
sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim:
biri hepimizle gözgöze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık,
bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum
konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde

kimsenin kimseye gözü değmiyorsa, şiir niye?

(tam adıyla;günlerden pazartesi)

idiller gazeli


Gözlerin yağmurdan yeni ayrılmış
gibi çocuk, gibi büyük, gibi sımsıcak

Sen bir şehir olmalısın ya da nar
belki Granada, belki eylül, belki kırmızı

Gövden ruhunun gecesi mi ne
çok idil, çok deniz, çok rüzgar

Çocukluğun tutmuş da yine aşık olmuşsun
sanki bana, sanki ah, sanki olur a

Aşk bile dolduramaz bazı aşıkların yerini
diye övgü, diye sana, diye haziran

Heves uykudaysa ruh çıplak gezer
gazel bundan, keder bundan, sır bundan

Gözlerin şehirden yeni ayrımış
gibi dolu, gibi ürkek, gibi konuşkan

Hadi git yeni şehirler yık kalbimize bu aşktan

Haydar Ergülen

12 Ekim 2011 Çarşamba

Rubailer


2

Ruhum ne ondan önce vardı, ne ondan ayrı bir sırrın kemâlidir,
ruhum onun, o dışımdaki âlemin bende akseden hayâlidir.
Ve aslından en uzak ve aslına en yakın hayâl
bana ışığı vuran yârimin cemâlidir...


3

Sevgilimin hayâli dile geldi aynanın üzerinde :
«— O yok, ben varım,» — dedi bana günün birinde.
Vurdum, düştü parçalandı ayna, kayboldu hayâl
ve lâkin çok şükür sevgilim duruyor yerli yerinde...


4

Muşambanın üstüne resmini bir kerecik çizdim ama
günde bin kere resmin çıktı bende tepemden tırnağıma,
fakat ne tuhaf şey hayâlin onda daha çok kalacak
benden uzun ömürlüdür muşamba...


5

Sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayâle.
Halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle
ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var
ve âsi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile...


6

Öptü beni : «— Bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardır,» — dedi.
«Bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır,» — dedi.
«İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde :
«körler onları görmese de, yıldızlar vardır,
» — dedi...


7

Bu bahçe, bu nemli toprak, bu yasemin kokusu, bu mehtaplı gece
pırıldamakta devâmedecek ben basıp gidince de,
çünkü o ben gelmeden, ben geldikten sonra da bana bağlı olmadan vardı
ve bende bu aslın sureti çıktı sadece...


8

«— Paydos...» — diyecek bize bir gün tabiat anamız, —
«gülmek, ağlamak bitti çocuğum...»
Ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak :
görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat...


9

Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha,
güzelim dünya elvedâ,
ve merhaba
k â i n a t . . .



10

Balla dolu petek
yani gözlerin güneşle dolu...
Gözlerin, sevgilim, gözlerin toprak olacak yarın,
bal başka petekleri doldurmakta devâmedecek...


11

Ne nurdan
ne çamurdan,
sevgilim, kedisi ve kedinin boynundaki boncuk
yuğrumlarındaki farkla hepsi aynı hamurdan...


12

Lahana, otomobil, veba mikrobu ve yıldız
hep hısım akrabayız.
Ve ey güneş gözlü sevgilim, «Cotigo, ergo sum» değil
bu haşmetli ailede varız da düşünebilmekteyiz...




13

Aramızda sadece bir derece farkı var,
işte böyle kanaryam,
sen kanatları olan, düşünemeyen kuşsun,
ben elleri olan, düşünebilen adam...

Nazımhikmet

göçebe aşk


Aykırı bir uzaklığım, konuşmayı unuttum...
Bozbulanık gecelerde sevişmeyi unuttum...

/Yeter ki yasaktaki tadı kuşanıp, yenibaştan...
O yasak özlemleri giyin gel, yenibaştan!/

Şimdi bu göçebe aşklar, takvimsiz ayrılıklar.
Artık adın bir ayrıntıdır;
mevsimler eskidi,
eskidi yollar...

Beklemeyi unuttum...

Yılmaz Odabaşı

11 Ekim 2011 Salı

Turgut Uyar


Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
Kış geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse

Eylül toparlandı gitti işte
Ekim falan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar

turgut Uyar

10 Ekim 2011 Pazartesi

Mevsimlik Şarkı


kanıyor takvimden gamsız ağaçsız
evlatlarını döver gibi seven bir sonbahar
güvertesinde adresini şaşırmış
kayıp bir nisan yağmuru

ömrümün sol anahtarısın
hazan makamının kapısını açan
ne nisanlar gördüm ben
ilkbahardan kaçarken
bir mızraba tutunan

ne bileyim ben
böyle bir seydir herhalde
bir mevsimin şarkısı
ya da mevsimlik bir vivaldi sancısı...

ekim kasım işlerini öğrenirken bir keman
ağlamayı bir de
şarkıya söz yürür
yeşile aldanır suyun kudreti
ve sen hiçbir zaman
sol anahtarı yaptıracak bir çilingir bulamazsın
bana kalırsa sen
ömrünün sonuna kadar
o şarkının kapısında kalacaksın!

yılmazerdoğan

5 Ekim 2011 Çarşamba

Dinle küçük adam...


Dinle Küçük Adam;

Kendini sefil,
küçük, miskin,
güçsüz, duygusuz, cansız
ve
bomboş hissediyorsun.
Kadının yok,
ya da eğer varsa,
içindeki insanı kanıtlamak için
yalnızca üstüne çıkmak istiyorsun.
Sen sevgi nedir bilmiyorsun!
Wilhelm Reich

4 Ekim 2011 Salı

çürümenin kitabı


Nerede tükettin ömrünü?
bir hareketin hatırası,
bir tutkunun işareti,
bir maceranın parıltısı,
güzel ve firari bir cinnet
geçmişinde bunların hiçbiri yok;
hiçbir sayıklama senin ismini taşımıyor,
seni hiçbir zaaf onurlandırmıyor.
iz bırakmadan kayıp gittin..
senin rüyan neydi peki?

CİORAN

bu sensin


Bu sensin
Ve sesin

Bu terin ve tenin haklı ıslaklığı
Kal öyle
Isıt gözlerimi gülüşlerinle

Birazdan kapılar kırılacak belki de
Birazdan kapkara bir örtü olabilir gözlerimizde
Biz diz kırarken sinesinde sancının
Yolunur papatya
Deşilir ten
Ve yara da !
Çünkü ölmek günleri biraz da
Gülmek günleri(de), inadına
Gün gülümsemeleri ardında

Gün gülümsemeleri ardında
Dağlandıkça
Dağlaşmak
Ve dağları sevmeye yaraşmak
Yaraşmaya
Yanaşmak günleri

Sen de yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
Çarpıp durayım güvertelerde gözlerine

Yılmaz Odabaşı

1 Ekim 2011 Cumartesi

Sevgilim ben şimdi...


Sevgilim ben şimdi
büyük bir kentte seni düşünmekteyim
Elimde uçuk mavi bir kalem
cebimde iki paket sigara
Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden
Çıkıp gitmelerimiz,
su içmelerimiz,
öpüştüklerimiz
Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz
cemalsüreya

28 Eylül 2011 Çarşamba

Hepiniz.


bütün yalnızlıkların ilenci
korusun çoğulluklarınızı
cinnet koyun erdemin adını
maskeleriniz kuşanıp,yalanlarınızı çoğaltın
hepiniz mezarısınız kendinizin

nilgün
marmara

18 Eylül 2011 Pazar

seni düşünmek


Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.

Nazım
hikmet

17 Eylül 2011 Cumartesi

kinyas ve kayra


...
Sen,
cehennemin üzerinde kurulduğu arsanın hissedarı olacak kadar
kötüsün.

Şeytan
bu yüzden göz yumuyor yaptıklarına
ve
seni hayatta tutmaya çalışıyor,
bütün
oynadığın
ölüm
oyunlarına
rağmen.
Ölüp de onun yerine göz koymaman için.
...

hakangünday

'it' cazı


*her yeri boyamışsın, çok güzel,
ama burada biraz kan kalmış.
zincir kalmış, kırbaç kalmış.
sahneye çıkan hayvanların büyük uzantılarıyla ayaktasın,
çok güzel, ama burada biraz aşk kalmış.
sana dokunduğum günlerde bana 'sevgilim' derdin,
şimdi 'i*n*' diyormuşsun, çok güzel,
ama burada biraz sonbahar kalmış. ihanet kalmış,
bencillik kalmış. korkunç yolculuklar planlardık insanlardan uzağa.
ellerimizi bırakıp, ayaklarımızı bırakıp gidecektik,
çok güzel,
ama burada benim çocuksu saflığım kalmış.
aptallığım kalmış düşlerim kalmış.
bu gece benim için en iri şeyi ağzına al!
evrendeki en iri şeyi:
geldik

adımı! ve sonra tükür onu havaya.
altına geç ve bekle.
çok güzel!
ama burada biraz herşeye rağmen hala benim sana hasretim,
benim senin göğsünü yumruklaya yumruklaya ağlayışım,benim...

küçük iskender

16 Eylül 2011 Cuma

Saate Bakmak.



Varsın her şey sonraya kalsın
Sonraya, en sonraya
Sözgelimi iki bin altı yüz kırk bir mil. Bir papatya ne kadar uzağı görebilirse
O kadar yakın kalplerimiz birbirine
Ölü bir denizi bile bir tartışmaya çevirdik
Kayaları taş devrine göre ölçtük biçtik
Kalemlerimizi kesilmiş çiçek sapları gibi attık
Kapıları açarken birbirimize ağladık.

(Ne kadar da çok severmişiz birbirimizi
Sahi ne kadar da çok severmişiz
Yıllarca, yüzyıllarca öpüştük
Sigaralar tuttuk, içkilerin en iyisini sunduk
İstersen bu gece burada kal, dedik
Sağlığımızı sorduk, bir sürü ilaç adları saydık
Sık sık görüşelim, olmaz mı dedik
İyi bildiğimiz ne varsa yaptık, ayrıldık
Ortada
Her zamanki gibi bir karanfil kaldı.)

Köşedeki tütüncü silaha çevirdi sigaralarını
Ödemesi çok güç sigaralara
Manav yarı anlamlı güldü biz geçerken
Eriklerden, çileklerden, o canım kirazlardan bile utanmadan
Hani o çocukluk küpesi olan kirazlardan
Hani rengi içimize göre değişen: mor, mavi, pembe, sarı
İlk defa merhaba dedi bir balıkçı
Çırparaktan elindeki suyu ölgün bizlere
Sigarası dudağında:merhaba!
Ya peki biz ne dedik, ne dedik
Yoldaki bir taşı şöyle bir kenara koyduk
Yakamıza rastgele bir çiçek iliştirdik
Su satılan dükkanlara baktık, yüzümüz cam cam ışıdı
Ve leylak kokuları gibi kendi kokumuza uzandık
Köşeyi döndük, bütün köşeleri hızla döndük
Su birikintilerinin ağaçlandığı eski bir sokağın tarihinde
Şöyle yazdı:
Her şey sonraya kaldı.

Ey ayaklarımızın dibindeki yoksul gül
Gölgesi yüreklerimizin
Öfkemiz sevgiye benziyor şimdi, sevgimiz öfkeye
Ve tartışmaya çevirdiğimiz deniz ölüler bırakıyor
Çıplak ölüler
Birbirine kenetlenmiş ölüler halinde.

Bir otobüse biniyoruz, sahiden biniyor muyuz
Söyle, nerde “Göğe bakma durakları”, nerde
Birinin elinde gazete ve süt
Gazete mi, evet gazete
Bütün manşetler tutsaklığı ve yenilgiyi çağrıştırıyor
Paramızı veriyoruz, üstünü alıyoruz, bozuk paralar
Cebimizde nikel
Cebimizde sarılmış ölüler halinde.

Her şey bir hızlı adım olmamaya
Ama dün gibi taşıdığımız bir umut gözlerimizde
Saatlerimize bakıyoruz hiç yoktan
Çok uzaklara bakmaktır, diyoruz, durmadan saate bakmak
Yemyeşil bir su takılıyor akrebe, bir çavlan
Yüzü akide gibi parlayan bir gün takılıyor yelkovana
Anılardan anılardan çoktan vazgeçtik
Yaşadığımız bugün nasıl
Güzelliğimiz hangi güzellik.

Biliyor muyuz, hayır, bilmiyoruz da
Acılarımızdan bir yaz kurduk onarıyoruz
Belki bir hazırlık bu başka yazlara
Yakın yazlara, uzak yazlara
Çünkü her şey eskiye kaldı, anılar bile
Her şey, ama her şey eskiye kaldı
Vakit yok bir daha yemyeşil eylül tramvaylarına

edipcansever

14 Eylül 2011 Çarşamba

C. zarifoğlu


Nefesini yüzümde tutuyorum
Gülüşünü aklımda
Morarmış yüzlerini
Isıttım kaç gece, ısıtıyorum
İçimdesin, büyütüyorum seni
Seni yepyeni bir dünya yapıyorum kendime
Tam kralca yaşanacak!

Şimdi yoksun üstelik uzaktasın
Ellerin yapayalnız biliyorum
Gözlerin dalıyor yine
Hep benim için olmalı...

Cahit Zarifoğlu

10 Eylül 2011 Cumartesi

istedim


Sanki bir hayal gibi
Nasıl da dolaştın hayatımda
Bİr yudumda doğmak
Bir sevgide ölmek istedim
Geceleri bir gölge olmak
İstedim
Sonsuza doğru akıp gitmek
İstedim

Bir resim bir rüya
Belki bir şarkı
Aynı bedende
İki gönül olmak istedim
Ve de yanımda bir tek
Seni istedim

Oysa bir yanlış gibi
Silinmeye yazıldım satırlara
Her ölümle doğmak
Hiç yok olmamak istedim
Sensizliğe öfkeli
Sabır istedim
Gönüllerde sevgiye
Yol ver istedim

Bir kere gördüm
Bir kere sevdim
Bİn kez istedim
Aynı şarkıda iki gönül
Olmak istedim

Ve de yanımda bir tek
Seni istedim

MFÖ
http://www.youtube.com/watch?v=42U2lzbuTOE

8 Eylül 2011 Perşembe

olmasaydı o bulut


1.
Eylülde mavi bir gündü
Genç bir erik ağacının altında sessiz
Sardım onu, solgun bir aşktı
Kollarımda tatlı bir düş
Ve üstümüzde güzel yaz göğü
Bir bulut vardı uzakta
Öylesine beyaz ve öylesine yukarda
Sonra baktım, sanki hiç yoktu

2.
Aylar geçti o günden sonra
Şöyle ya da böyle sessiz
Erik ağaçlarının hepsi kesildi
Sorarsan, aşka ne oldu
Anımsayamıyorum derim
Ama bilirim ne düşündüğünü
Yüzünü unuttum gerçekten
Tek bildiğim, onu öptüğüm o zaman

3.
Öptüğümü de unuturdum
Olmasaydı o bulut
Anıyorum hala ve hep anacığım
Bembeyaz ve uzak
Erik ağaçları belki yine çiçek açar
Belki o kadının şimdi yedi çocuğu vardır
O bulut yalnızca bir dakika göründü
Başımı kaldırdığımda uçup gitmişti.

bertolt brecht

31 Ağustos 2011 Çarşamba

ayrılık da sevdaya dahil


1.
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın..

2.
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan..

3.
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili

telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili..

4.
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle

5.
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız..

atilla ilhan

27 Ağustos 2011 Cumartesi

=|=

"çok kadın hiç kadındır oğlum, yalnızlıktır sonu."

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Herkes öldürebilir sevdiğini

Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!

Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi

Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.

Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez

oscar wilde

21 Ağustos 2011 Pazar

Bilmeeeeece


Hiçbir şey gelmeyecek bundan böyle.

bir daha ilkbahar olmayacak.
Herkese kehanetidir bin yıllık takvimlerin.

Ama yaz, ve hani derler ya,
"yazdan kalma" diye, onlar da olmayacak-

artık hiçbir şey gelmeyecek.

asla ağlamamalısın,
der bir şarkı.

Onun dışında
bir şey
diyen
kimse yok.


INGEBORG BACHMANN

15 Ağustos 2011 Pazartesi

ÜÇLEME

1.Hava kararıncaya dek

Eline almıştı kadının elini. Konuşmuyordu
uzaktan, belki de kendi içinde,
güçlü atışını duyuyordu denizin nabzının.
deniz, çamlar, tepeler eliydi kadının
Ona söylemese bunu, nasıl tutabilirdi o eli?

hava kararıncaya dek kımıldamadılar. Sadece
iki eli de kırık bir heykel vardı ağaçların altında.


2. Bir kadın

O gece; yanına varılmaz o kadın öpmüyor kimseyi
onu öpecek kimse çıkmaz korkusuyla tek başına.

Beş uçlu bir yıldızla gizliyor bir tutam beyaz saçı
ve en güzel kimliğini yadsıması kadar güzel kendisi.


3. Neden bizim suçumuz?

Dikensiz kalkan filizleri dilinin altında,
üzüm çekirdekleri, şeftali lifleri.
Ilıman bir ülke var gölgesinde
kirpiklerinin. Yatıp dinlenebilirim, diyor, sorgusuz.

Peki ne anlama geliyor bu ’daha ilerde’ sözü?
Neden senin suçun olsun, kuşkusuz, yaprakların
arasında kalman-
güzel, yalın, sıcaklığının altın çizgilerinde?
Ve neden benim suçum gecede ilerlemek,
kendi özgürlüğümde tutsak, diyor, cezalandırılanın
ceza vermesi?

YANNİS RİTSOS

9 Ağustos 2011 Salı

BAZEN


"kadıköy'de yürüyoruz biraz dedim denize doğru
yürüyelim yaa hep yukarı yürümeyelim dedim
döndük sonra
denize vardığımızda, biraz şeye doğru yukarı doğru
çıkalım dedim, park'a gittik, çay içtik, denize baktık

bazen dayanılmaz oluyor, kavurucu hatta

bazen mecbur oluyorsun
bazen insanları kendinden uzaklaştırıyor ki
bazen tamamen ihtiyaç olabiliyor
kendinden uzaklaştırma isteği

bazen kendinden uzaklaşma isteği

bazen gidiyorsun zaten

ama hep dönüyorsun

bazen ağlıyorsun bayaa
bazen ağlayamıyorsun bayaa bayaa

bazen içiyorsun

bazen acıbadem'den bir taksiye biniyorsun
falan yer diyorsun
taksiyi çekip iç'sen mi diyor taksi şöför'ü
sana engel olamıyorsun o kadar kötü ki
yüzüne bile bakmıyorsun

bazen zaten içmeye gidiyorsun
bazen çok ama çokk fazla içmek istiyorsun da içemiyorsun

bazen ölüyorsun

bazen ölmüyorsun

bazen tüm koşullar uygunken bile ölmüyorsun

bazen öldürüyorsun

bazen ölmek isteyipte ölemediğinde öldürüyorsun
o daha kolay geliyor

bazen yalan söylüyorsun
bazen ne kadar sık yalan söylüyorum diye düşünüyorsun
bazen bu yalan diye düşünüyorsun

bazen gülüyorsun çok fazla

bazen durduk yerde dans etmeye başlayan kadınlar
oluyor hayatında katlanamıyorsun

bazen katlanıyorsun

bazen bir kadın geliyor oturuyor karşına ve ağlıyor

kadınlar hep ağlıyor

bazen bir kadın geliyor oturuyor karşına
en çok korktuğun şey bir kadının gözyaşıdır diyor

-kendi adına-

tamam deyip dönüp bakıyorsun geriye doğru vay canına diyorsun

bazen birisi geliyor karşına oturuyor eğer çok sevdiysen
diyor oysa ki bilmiyor çok sevmek te hep bir a'na ait

bazen bir kadın oturuyor tam karşına artık birşeyler
yapmak lazım diyor
sende kalkmam lazım diyorsun

nasıl anlatabilirsin ki
yaşlı bir kızılderili dışında herhangi birine
suyun suyun için de olduğunu"

7 Ağustos 2011 Pazar

Hararet Anıtı

"parkın içinden geçip hararet anıtına doğru yürüdüm.
çevresindeki kırmızı çiçekleri ve şelalesiyle
cam bir zeminin üstünde
öylece duruyordu.
bir deniz atına benzeyen anıtın üstünde
şu yazı ilişti gözüme:
ateş bastı öldük biz."

-brautigan / hararet anıtı

Garip


Şiirden kovduğu uyağın
dönüp dolaşıp
sonunda mezar taşına
konması ne
garip:

Orhan Veli
1914 - 1950

*sunay akın*

1 Ağustos 2011 Pazartesi

*Buzul Çağının Virüsü*

Sana yirmi beş yaş dayanılmaz haşarılığını kanıtlayan yazılarından kopya ettiğim birkaçını gönderiyorum.
Kızma! Biliyorum yanlıştı sana gelmem. Kalan yanlışlıklar değil midir zaten. Karşılaştığımız ilk gün gözlerinde beliren huysuzluğu duyumsamıştım.
Seni değişmiş görmeyeceğim hiç. Görmek de istemiyorum.
Hep aynı o... aşk adamı, töre kaçkını delikanlı. Birdenbire gecikmiş çöküntüye dayanamayan Byron portresi. Ben çürüdüm senin adına durmadan, bilerek.
Ellerime baktın. Çoraktı, çatlaktı. Belki tek vurgunluğun gözlerimeydi.
Onlardı eskitilemeyen. Yıpranmazdılar ben isteseydim bile.
Bir süre oyalanma gücünü veren sana.
Yakınmıyorum.
Yanlışlığın nerede olduğunu tam kestiremeden öleceğim gene de.
Kin tutmaya ödün vermez bir ölüm olacak, umutlanma.
Bunalımlarını neye dayandırmak istersen iste, açılmazdın,
açılmana yardım edemezdim.
Tüm cayabildiklerimi ellerine tutuşturmaya kalkışsaydım,
nasıl küçülürdüm biliyorum.
O bilişi, onurlu alınganlığını yerleştirdiğin yüreğimin suçu ne?
Biz bir varoluşun içinde ya da dışındaydık, onu hiçbir payanda ayakta tutamazdı. Susacaksın kuşkum yok,
bu susku’yu senden önce salt unutulmuşluğa götürmeyi diliyorum.
Kanayan tutkularında neyi parçalasan içinde ben varım,
dahası ruhgöçümüne uğrayarak ben olacağım!..
Mutluyum, nasıl isterdim bunu bilmeni.
Bildiğini bilmek umudu, artırmıyor mu sanıyorsun acımı.
Aynı zamanda şaşkın bir doğa çarpığı. Ne İskender’ler imgeledim,
ne Salvador Dali’ler sende.
Bir gün beni yersiz yücelterek içini rahatlatmaya zaman bırakacağımı da seziyorum. Kocadı yüreğim artık, durmaya gönüllü.
Duymayayım da yanıl, kutsa benden sonra beni, bağışladım şimdiden.
Masalımızı yazamayacaksın yaşadığıma inandıkça.
İşin kötüsü, yok olduğuma da inanamayacaksın!

Gene de esirgeyeceğim seni, kesin ardıma bırakacağım, senin dileğin de bu,
öylesine hırpalıyorsun çünkü, değmez bulacak,
insanlık tragedyası karşısına çıkarılmış clown fantezisi sayacaksın,
bize göre dünyamızın çocuk kalmış sevdasını!
Oysa, bir kez ölümlü bakışını durdurabilseydin zamansızlıkta...
Dur, yokla bedenini, bak ne sıcacık!
Hep kıskandın kendini, kendinden canım aptalım benim.
Sen hep yanılgı ve yenilgilerden oluştuğun için yaşayabilensin!

Vüs'at O. Bener

22 Temmuz 2011 Cuma

Umuttur

“sen beni sevdikçe ey yar derdim artar daima”
çünkü beni sevsen de
güvenmezsin bana bilirim
ama artan her şeyle birlikte yanlışlık da artar
mesela her su gözyaşı olur
her dönem bir hazin geçiş
suya boşversem yanılsama
aya baksam bir bulut
sevgisizlikle birlikte yanlışlığın hükmü başlar

bir düşün kaç kişiyiz bildirilerde
şimdilik kaç paralığız hele akşam olunca
bunca sütsüzün kahrını çektik düşün ki
gene de soluğumuz
bir orman yangını sanılır oralarda buralarda
ezildik gerçi ama horlanamadık bunu hatırlarsın
mutlaka hatırlarsın bunu
tut ki enver bırakır tehdidini
ethem başlar

çünkü beni sevsen de bana güvenmezsin iyi bilirim
apoletim sırmasız hatta hiç yok
su içsem ağzımın kenarlarından dökerim
neyi hatırlatır benim sana uzak bir bakışım
bilirim
aslında mutsuz yaşayıp gidiyoruz
ölüme direnerek şimdilik
şimdilik alımlı bir başka mutluluklara özenerek
aşkımız ve mutfak rafları ve uçaklar üstüne korkumuz
bir yudum gelecek ve mutlu saatler üstüne korkumuz
ama birlikte biliyoruz: eğilecek bugünkü başlar

sev beni, alış bana
kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
zorlayarak her bir yanı
çünkü biraz sonra umut başlar her günkü, başlar

aslında bir alıştırmadır umut
öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
-baharı beklemeye benzer-
hain ve olmayanadır çünkü
umutsuzluğu taşır yanında
oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
önüne durulmaz mantığıyla doğanın
yeşilden olma birim
sudan gelme itmeyle

umut yoktur
kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
bütün gümbürtüsüyle
umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar
turgut uyar

*****


Belki de yenilenmeli ağaçlar.
Boyalar devşirilmeli
mevsimin yapraklarından,
haşarı erguvandan.
Yepyeni fırçalar alınmalı çarşıdan,
insan eliyle germeli bezi tahtaya :
Herkes kendine görülmemiş
bir düş aramalı.

Sen, penceredeki suskun kadın :
Hayatımda ol, kal, öl, istiyorum.

enisBatur

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Adsız Bir Çiçek


Rengini dünyaya ilk defa sunan
Adsız bir çiçek gibi parlıyorsa gözlerim
Sevgilim
Bana "sen bir şairsin" dediğin zaman.

Yalnız sana yazıyorum bu şiiri
İstersen bir şiir gibi okuma
Çünkü her yıl yeniden yazacağım onu
Soğuklar başlayınca havalanıp
Millerce yol katettikten sonra
Güneyi tadan bir kuşun sevinciyle.

Ve yazmış olacağım bir de
Her dönemde her çağda
Sevdanın kendine özgü diliyle

edipcansever

5 Temmuz 2011 Salı

Biz kusursuz günlerde....

Biz kusursuz günlerde durduk
ve indik arabamızdan.
Rüzgar izin saçlarını sıyırıp geçti.
Bu kadar basit.
Bir şey söylemek için döndüm*

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Çırılçıplak


Küstahlığımı nezaketim götürdü
Sadece kendime bakakaldım.
Kararsızlık bir an sürdü
Gizlenen insanların ortasında ben kaldım,
Çırılçıplak
Selamımı tanıdıklar götürdü.
Saygı bekleyince alçaldım.
Kararsızlık bir an sürdü
Kendini beğenmişler ortasında ben kaldım,
Çırılçıplak.
Ağlamayı ölenler götürdü.
kendimi ölmez sanınca ufaldım,
kararsızlık bir an sürdü.
Ölülerle dirilerin arasında bir ben kaldım,
Çırılçıplak.
Sonsuzluğu ufuklar götürdü.
Yarattığım dünyaların içinde daraldım.
Kararsızlık bir an sürdü
Başlangıç ile bitiş ortasında ben kaldım,
Çırılçıplak.
Aydınlığı bulutlar götürdü,
Yıldızlara doğru yol aldım.
Kararsızlık bir an sürdü.
Varanlar ile duranlar arasında ben kaldım,
Çırılçıplak.
özdemirasaf

1 Temmuz 2011 Cuma

ve sen.


Önceden söyleyebilecek bir sözüm yok... Söylenmesi gereken ne varsa söylemeye çalıştım. Bu benim gibi biri için çok kolay değil. Bir çırpıda anlatmaya çalıştım her şeyi. Durup düşünürsem anlatmaktan vazgeçebilirdim.
Bazı şeyleri, anlatmaktan ötürürü de pişman olacağımın farkındayım.
İnsan, duygularının apaçık bir biçimde başkalarınca bilinmesini istemez sonuçta.
Bir öykü kahramanı olmanın rahatlığına bırakıyorum kendimi...

Tarık TUFAN