28 Kasım 2011 Pazartesi

ulu orta


I
düşen bir yaprağa bağladım hayatımı
olsun artık diyorum ne olacaksa
paralı bir asker miyim neyim
ekleyip duruyorum sabahları akşamlara
ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor
gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta
aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim
nasıl bir dostluk ki bu, hem kadim
hem de mayhoş elma tadında.

sorma,
elim kırılsın bir daha
dokunursam güneşe.


II
kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk,
omzunun hizasına.
çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu
ve ayağını kaldırıyor dünya, konuşurken benimle.
budanan oğullar gibiyim sessiz ve narin
nereye konsam geri sayım başlıyor
kurcalıyor beni bir çırağın elleri
ah, unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni.

sorma,
üstü açık araba
dünya dediğin.


III
kılpayı kaçırılmış bir şeyin
bıraktığı ardında
neyse oyum ben.
yaralı serçe, benim için dua et:
gök bir kayalık gibi şimdi üstümde
dr şükrü öncüoğlu’ndan üç ayda bir reçete.

sorma,
yangın sönseydi suyla
denizler her akşam böyle yanmazdı.


IV
acıyan bir şeyim ben buradan çok uzaklarda,
ve koskocaman bir hansın sen uğraşma bu çocukla
çünkü nasıl bir şey biliyorum itin taştan korkması
bir yastık arıyorum kuş seslerinden
mühim değil sonrası.

sorma,
siliniyor her şey, hatta uçurtma
takılıp kalıyor göğe.


V
yakar top oynayan melekler gördüm güneşle
ve büyük çiftçiler, dağları biçen
yolundaydı her şey ben bile yolundaydım
ama
kıyıya vardığımda kendimi unuttuğumu anladım
karşı kıyıda.

sorma,
kaldım altında
devirince kitabı.


VI
şiirler söyledim belki duyarsın diye
çığlığıydım içinde dilsiz bir şehzadenin
sana seslendim durdum bu küçük odadan
acımı duy, sensin pusulam benim
ki dünya
silinmiş bir harita
gibi yabancı bana.

sorma
usulca uzandığında
bir ceset oluyorsun öpüldükçe şımaran.

İbrahim Tenekeci

20 Kasım 2011 Pazar

Bıktığım şeyler ve yeşil fanila



Gözlerin bir yeşil fanilaydı balkonda uçuşan
Sicim yağmur taklidi
Bıkmıştım zor geçen kışlarımı anlatmaktan
Bardağa bir kaç çiçek ıslamaktan.
Parmağımın ucunda kırmızı kenarlı bir bulut
Onu uzatırdım sana, yalnızlık gibi iri bir damla
Parmağıma düşen bir damla kandı aşk.

Seni sevince pazara çıktım sevinçten
Enginar aldım "süper enginarlar" diye bağıran adamdan
Oturup ağladım sonra, şaşırdın.
Bu, "süper" oluşta canımı acıtan birşeyler vardı.
Canımın acısıydın.
Ben bir tek o canı unutmamak için her şeyi hatırlamıştım.
Sevişmiştik.
Evde binlerce tespih böceğinin ayak izleri
Sevişmiştik.
Biri başımdan aşağı pırıltılarla dolu bir sözlüğü
boşaltmış gibi

Seni sevince kıpırdayan her şiiri
Kahverengi bir çaydanlıkta saklıyorum.

Sonra gittin.
Birlikte kışlıkları naftalinleyecektik.
Söz vermiştim unutmayacaktım gözlerini
Bir yeşil fanila gibi ipte, alıp ütüleyecektim.
Herkese iyi akşamlar demeyi öğretecektim gözlerine.
Sonra gittin.
Çocuk oldum bir daha, ağladım.
Kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı.
Kitaplar, aşk, her şey.
Herşeyi son bir kere daha kurtaramazdım.
Keşke nane şekeri gibi mentollü bir buluttan doğaydım
Sonra gittin.
Beyaz bir küf büyüdü evde, tersten yağan kar gibi.
Keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı.
Çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı.
Söz dedim, söz verdim.
Yüzüme bir daha çiçekli masa örtüleri sermeyeceğim.
Sokakta kuş ölüsü bulmuş çocuk gibi ağladım.
Söz dedim, söz verdim.
Ruhumu gömdüğüm yer hâlâ belli.
Güneşi özledim, sonra seni
Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.

Sonra gittin
Gözlerin bir yeşil fanila unutulmuş balkonda
Sicim yağmur taklidi
Artık iyice inceldi.

Didem MADAK

Yine Sana Dair


Sen!
Sen, esirliğim ve hürriyetimsin,
Çıplak bir yaz gecesi gibi
Yanan etimsin,
Sen, memleketimsin.
Sen, ela gözlerinde yeşil hareler,
Sen, büyük, güzel ve muzaffer
Ve
Ulaşıldıkça ulaşılmaz olan Hasretimsin...

Sende, ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
sende, ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
sende uzaklığı,
sende, ben, imkansızlığı seviyorum.

Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
ve kan ter içinde, aç ve öfkeli,
ve bir avcı istihasıyla etini dişlemek senin.

Sende, ben, imkansızlığı seviyorum,
fakat asla ümitsizliği değil...

Nazım Hikmet
Usta'nın doğum günü anısına...
(20 Kasım 1901)

19 Kasım 2011 Cumartesi

Yaşlılık


Ben sudan çıkmış bir Ankaralı
Sen doğma büyüme güzeldin
Sapsarı sılam, masmavi gurbetimdin
Bu hayat sıktı beni, gel yürüyelim

Baldır bacak bir acıyla bakıştım dün gece
Ayna eski ayna, ben sanki eski ben
Saçlarımı cürufla yıkayarak genceldim
incitmesin gözlerini sonsuz yaşlılığım

Ölümseyerek bakıyor dünya, biz gülümseyelim
Beşikle teneşirin sevişmesi neyse ne

Ama sen doğma büyüme güzeldin...

Ahmet Erhan :)

18 Kasım 2011 Cuma

Üçüncü Set: Sonsuz Uyum



Yırtılmış bir tenis topu olmalıyım
Diye yineledim bu sabah
Pespembe hamağıma uzanarak
Ve pespembe kendime
Uznarak bir yabancı gibi
Ve dünyanın bütün yönlerini
Ve dünyanın bütün vakitlerini
Aynı anda ve birden
Gören ben
Bir de dedim ki
Yırtılmış bir tenis topu da olsam
Ne çıkar
Çünkü ben
Gene de
Yusyuvarlak bir yaratığım
Önce bir söz yuvarlağıyım. Sonra
Ağzımla gözlerimle göğüslerimle
Omuzlarımla ve kalçalarımla
Ve topuklarımla ve karnımla
Ve dizkapaklarımla ve oyluklarımla
Her yanımla, ama her yanımla
Ufuksuz bir dünyayla örtünmüşüm de sanki
Bir sürü yuvarlaktan oluşmuş
Yusyuvarlak bir yaratığım.

Ah sonsuz uyum, sonsuz uyum
Sapsarı, güz kokulu, yanık sümbül gözlü bir kızdım
Daha sapsarı, daha güz kokulu, daha yanıl sümbül gözlü bir kadın oldum
Yaşamın huyuydum artık. Kim bilir kimin
Kimlerin anısıydım
Üstü haçlı deniz kabuklarını işler gibi
Yaşanan bir çağın arasından fışkırmış
Yepyeni bir çağı işler gibi
Ağır ağır işledi bir deniz beni
Suyu suyuma vurdu
Suyu suyuma uydu
Büyülenmiş bir kırlangıçtı da sanki
Sonunda
O sonsuz
O derin
O görkemli uyumu buldurdu bana.

Ve ben ki
Güzel yazmayan ama güzel anlatan
Ve güzel anlatılan
Bir sanemdim de saklanmamı dışa çıkardım
Ve eşsiz kâselerimle içkimi sundum
Ve bir ortaçağ sahhafı gibi
Özenle yerleştirdim kendimi
Yaşamın büyük suyuna
Kösnül suyuna
Kendimi buldum.

Nedir ki, dedim, bir büyük aşk bir çoğul aşktan başka
Onu ben yaratmadım mı
Öyleyse ben kullanıyordum.


Tenis Öğretmeni, Edip Cansever

15 Kasım 2011 Salı

uzak sevgililer


sis bastırmış iyice, sular yükselmiş
yolu yok haber salmanın, mektup iletmenin
sadece ay-bulutlar ötesinde, mavi gökte-
parlıyor üzerinde uzak sevgililerin
bütün gün aklımda bu, neye baksam
yürek dayanmıyor.
açılması güç bir kilit gibi çatık kaşlarım
her gece, gölgesi gelir diye düşümde
yarısını ona ayırıyorum üstümdeki yorganın.


Lİ PO

13 Kasım 2011 Pazar

ah muhsin


ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
adlı bir cengaver olarak telefon ediyorum.
hakiki cinayetler işleniyor görüyorum.
isa görüyor, şeyhim görüyor, ben görüyorum.
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.

yüzyıl şilisinden bir dazz javulcusu inliyor tam arlarımda

hiç durmadan kentli,
mağlup, kıyasıya mağrur
ve mor bir çocuğum şimdi
pişman olmak için
birbiriyle bağlantılı yüzbinlerce yılım var.


seni sevmem
bu savaşı
kesintiye uğratmaz
ama ordan bakma!
bu, werther’in leş kanını gül kılar.


birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
otobüsler olacak, tirenler, bütün öldürülmüş cumhuriyet şehirleri
saçlarım uzun olacak, bıyıklar, gözlükler, gideceğim

çığlıklarla düzülmüştür aşk şiirleri.


gideceğim ensk ökümde devlet denen şirk,
beb gözüğümde kent gördükçe kırılan gıçlar,
ve bir dizeyi haklar gibi terli ellerim
bu çağın açısını dik tutacaklar.
bana bir öpücük verin yoksa galip döneceğim
ufka bir kesin ordum akıverecek
elimde çözülecek makina ve cinayet
marşlar yazıp halkımla söyleyeceğim yoksa.

inanmışım kaybetmek esrarıdır olmanın
çıldırmış bir vaşak gibi kaybediyorum.
ipimden kurtulmuşum kaybediyorum.
birleşmiyor ellerimiz haykırıyor trapez
tanklar tank olup geçiyor üstümüzden

helvetius haklı, devlet şaşkın, piyanist kara
memleket sana rağmen ket vururken yarama
şu çıplak çocuk şu tüyük bürk şairi ben

-ve emir “kun” diyor; doğuruluyorum-

“bu ülke”den daha bıçkın tamlama bilmiyorum.

bana bir öpücük verin yoksa şair öleceğim
ikdildar tohmekecek sözüme yoksa
ve bir dizenin tan yerini ağartamsıysa
ellerini tutarım ki kudurtucudur.


bunun için gözlerinin meryem hali sevgilim
gözlerinin meryem hali gerçek yurdumdur
ki zuhrettiğinde ilk formuyla isa yeniden
ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorumdur.
ben bu çağdan bir kere de şerefimle geçeceğim
lazım gelen gülleri göğsüme gömmüşüm.

birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
bunu daha çok küçükken bir filmde görmüştüm!
ah laikse aşkımız biter elbet bir kışbaharyaz günü

gözlerin uçurumlar kaydeder avuçlarıma
bir çınar gövdesini bir hamle daha yayar
üç içbükey komodin silah çeker vurulur

sen gidersin, denklem düşer, ben aşk olduğumu ağlarım
bir kelebek konduğu yerde bir mayın olduğunu anlar.
ben dünyaya karşı durmak ile meşhurum
olma. yokluğun bulunmama larcivert lavlar akıtır.

nasıl çekip gitmiş bir şaman
çekip gitmiş, bir şaman değilse en çok
benim gibi sonsuz bir at
hiç koşmuyorken de attır.


biliyorum lir sızmıyor şakaklarımdan
ve yüzümde şeyh çıldırtan yarıklar da yok
annem beni hep çok sevdi, kız gördüm mü ağlıyorum
modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
mıknatıssız bir pusula olarak

ah muhsin ünlü

9 Kasım 2011 Çarşamba

....


"korkarım
hayatın normale dönmesinden
içimdeyken sen

ve sağduyu denen ihtiyar
sana hiç yer yok bu bahçede

... biz bu kadar gençken"



?????

YÖN


Sen bana bakma,
Ben senin baktığın yönde olurum.

Özdemir Asaf

4 Kasım 2011 Cuma

Troya Hattı


Ah! Çocuk Ah!
sana sonsuzluk hiç çıkmayacak baktırdığın fallardan
ele alınamaz en güzel intihar mektuplarını yazdığın halde
taptığı aşklarda kendi hayatı kendine
hiç okutulmamış birisin sen

kendime tabutlardan tabut
sana gelinl...iklerden haziran beğendim
birbirimiz hakkında her şeyi bilmeyelim
henüz yola çıkmadan önce
merhamet değmemiş uzaklara gideceksek
kaçmak daha kolay olsun
ikimizi de aynı düş büyüttü
ikimizi de aynı şey delirtti
ben akıllanırken
bir iki kere Paris’i hatırladım
sen akıllanırken
her şeyi büsbütün unuttun
şehirden geri çekilirken
alkol kaplama çılgınlıklarım olur
ağzımı burnumu
kamyoncu küfürlerine bırakırım
gece gözlerini
gece yarılarına vura vura unuturum
kör yalnızlığıma kör bir fahişe ararım
illaki bulurum

veya

bundan sonra seni ilk gördüğüm yerde
eğer hatırlarsam
kendimi vururum

Jan Ender Can