29 Ocak 2011 Cumartesi

1945 Yılı Aralık ayının dördü..

İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,
giyin, kuşan,
benze bahar ağaçlarına...
Hapisten
mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
ne münasebet,
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmetin
kadını...


Nazım Hikmet RAN

Emperyal Oteli

Ben hiç böylesini görmemiştim
Vurdun kanıma girdin itirazım var
Sımsıcak bir merhaba diyecektim
Başımı usulca dizine koyacaktım
Dört gün dört gece susacaktım
Yağmur sönecekti yanacaktı
Sameland seferden dönecekti
Duvardaki saat duracaktı
Kalbim kendiliğinden duracaktı
Ben hiç böylesini görmemiştim
Vurdun kanıma girdin itirazım var

Emperyal oteli'nde bu sonbahar
Bu camların nokta nokta hüznü
Bu bizim berheva olmuşluğumuz
Bir nokta bir hat kalmışlığımız
Bu rezil bu çarşamba günü
İntihar etmiş kötümser yapraklar
Öksürüklü aksırıklı bu takvim
Ben hiç böylesini görmemiştim
Vurdun kanıma girdin itirazım var

Sesleri liman sislerinde boğulur
Gemiler yorgun ve uykuludur
Sabahtır saat beş buçuktur
Sen kollarımın arasındasın
Onlar gibi değilsin sen başkasın
Bu senin gözlerin gibisi yoktur
Adamın rüyasına rüyasına sokulur
Aklının içinde siyah bir vapur
Kıvranır insaf nedir bilmez

Otelin penceresinde duracaktın
Şehri karanlıkta görecektin
Karanlıkta yağmuru görecektin
Saçların ıslanacak ıslanacaktı
Kış geceleri gibi uzun uzun
Tek damla gözyaşı dökmeksizin
Maria Dolores ağlayacaktı
İstanbul'u yağmur tutacaktı
Bütün bir gün iş arayacaktım
Sana bir türkü getirecektim
Kulaklarımız çınlayacaktı

Emperyal Oteli'nin resmini çektim
Akşam saçaklarından damlıyordu
Kapısında durmanı söylemiştim
Yüzün zambaklara benziyordu
Cumhuriyet Bahçesi'nde insanlar geziyordu
Tepebaşı'ndaki küçük yahudiler
Asmalımesçit'teki rum kemancı
Böyle rüzgarsız kalmışlığımız
Bu bizim çektiğimiz sancı
El ele tutuşmuş geziyordu
Gazeteler cinayeti yazıyordu
Haliç'e bir avuç kan dökülmüştü

Emperyal Oteli'nde üç gece kaldık
Fazlasına paramız yetmiyordu
Gözlerin gözlerimden gitmiyordu
Dördüncü gece sokakta kaldık
Karanlık bir türlü bitmiyordu
Sirkeci Garı'nda sabahladık
Bilen bilmeyen bizi ayıpladı
Halbuki kimlere! kimlere başvurmadık
Hiçbiri yüzümüze bakmıyordu
Hiç kimse elimizden tutmuyordu
Ben hiç böylesini görmemiştim
Vurdun .... Kanıma girdin .....
Kabulumsün.
atilla ilhan

Sayım

Ayışığında oturuyorduk
Bileğinden öptüm seni

Sonra ayakta öptüm
Dudağından öptüm seni

Kapı aralığında öptüm
Soluğundan öptüm seni

Bahçede çocuklar vardı
Çocuğundan öptüm seni

Evime götürdüm yatağımda
Kasığından öptüm seni

Başka evlerde karşılaştık
İliğinden öptüm seni

En sonunda caddelere çıkardım
Kaynağından öptüm seni.
cemalsüreya

25 Ocak 2011 Salı

Bir Kız

...
Ağaçsın sen,
Yosunsun sen,
Üzerinden yeller esen menekşesin.
Bir çocuksun - şu kadarcık,
Bütün bunlar umurunda mı dünyanın.
EzraPOUND

Miriam'a Son Sözler

Seninki huysuz bir acı,
Oysa benim de yüzüm kara;
Sevgin köklüydü, eksiksizdi senin,
Benimki güneşe doğru büyüyen
Tutkusuydu çiçeğin.

Beni araştırıp tanıyacak güçteydin,
Tomurcuklarımı bir bir açacak;
Çektin uykulardan aldın ruhumu,
Acıyı duyar ettin --
O zaman tökezledim?

Koyun koyuna sevemedim seni,
Sevmeyi istediysem de.
Öpüştük, belki de öpüşmemeliydik.
Boyun eğdin, kendimizi son bir denedik,
Beceremedik.

Sen yalnız dayandın, böylece
Çökerttin usta direncimi.
Okşamamla titremedi hiç tenin;
Bu yüzden gereken son ince acıyı da
Sana çektiremedim.

Güzelsin, alımlısın
Ama donuk ve tutuksun etinde;
İçine işleyebilseydim eğer
O dikenli acının olanca şiddetiyle,
Işıyan bir ağ çıkardı belki

Renkli bir pencere gibi; tenini
Yakıp geçti en güzel ateş,
Kurtardı çürümekten, arıtıp
Kutsadı onu yeni bir duyarlıkla.
Ama kim alır şimdi seni yeniden?

Kim yakıp kurtarabilir seni
Etinin ölümünden, çürümesinden?
Artık söndüğüne göre benim de içimin ateşi,
Hangi erkek eğilir sürüp çıkarmak için
Etinde haykıran çarmıhı şimdi?

Sessiz, nerdeyse güzel bir şey yüzün,
Baktıkça utanıyorum,
Seni bütün yalımların içinden
Kurtarıp çıkarak kadar
Amansız olmalıydım.
Lawrence David Herbert

11 Ocak 2011 Salı

Onun Çölünde


Onun çölüne gittim.
Konuğum
Duvardaki kan pıhtısında.
Onun bulduğu damar beni çağırdı.
Ve ruhum eski bir kanla yıkandı.

Onun çölüne düştüm, oturdum çadırında.
Eski bir kavmin buluşması ve töreni.
Bir yaban kuş gibi tüneyip kıyıya
Dedi ki bana "ölümsün sen"
Mutlak
Mutlak olan.

Onun çölünde gece kımıldar.
Yılan ve akrep karanlığıyla.
Hayat bir zehre gizlenir
Çoğalır sabırla.

O bıraktı beni.
Çöldeki kızıl sularda
Balıklara bakacak
Nefesimi tutarak
Uyuyacağım.

Onun çölünde her gece
Fısıldadım kumlara.
Sordum nasıl yaptıklarını çölü,
Boğmadan koyun koyuna.

Onun çölünde ölüyüm ben.
Gelin ve kaldırın beni.
Gittiği yolda bulutlara değen bir gölge bırakılmış sanki.

Bir sesle uyandıracak beni
Kahra kan olan bir aldanışla yakaracak


Tanrıya söylendim.
Nasıl da zalim gövdede varlığı onun.

Güzellik acıya kavuştuğunda yorulur ve
Hep yaşlı kalacak bir gözün ışığıyla bakar;
Her yüz bir işarettir tanrıdan.
Bunu yaşlı bir adam söylediğinde
Gözleri yoktu.
Annem öyle inanmış olmalı ki ona,
Yüzümü kederli çizdi.
Ve uzayıp tanrıya
"işte" dedi
"benim annem yeniden doğdu
annem varlığıma döndü"


Gece paslı bir kafesle durdu önümde
Dua için zaman istedim tanrıdan.
Onun varlığına adanacak hiçlik
Düş için,
O büyüde kalbime saplanan acıyla
Bağırdım;
Başka adamlar,
başka dillerde dua etsinler. Bizim için.
Ölümü tanıdığımız ve sessiz olduğumuz için
Kutsasınlar.


Ölü bir yaprağın sürüklenişi gibi rüzgârda
Gövdem yitirdi yerini.
Ağır bir uykuyla gizlendi tohuma varlık.
Ağır bir istekle.
Kızıl kan pıhtısı. Tül sabah.
Ört üstümü.
Koyu gücünü yüzünün nasıl çizdiyse tanrı
Ve ne gizlediyse kıvrımına gülüşünün.
Gördüm ben.

Tüllere sarılmış çölde ölümümü bekliyorum. Sakinim.
Yok bir gece bu.
Sabah uyanacak aşkı konuşacağız.
Ne çok sürdü diyecek bana.
Ne uzun sürdü hayat.


O uzun günün sabahında
Sesini duydum gün ve gecenin çakışmasının.
Bir tül işleniyormuş gibi aralarında
Kavuştular usulca.

Uyu ağır uykunu
Taşların altında ve su isteğinle kal.
Geniş bir avluda gece kapanan kapıların ağırlığı.
Sürecek olan dilsizlik.
Rüzgâr tırmalıyor kapını
Aşk uzakta.

Ne tuhaf inanmaman.
Sırtıma dokundun ve orada ayla ışıyan çizgilerin
Bir acıdan artan masumiyet olduğuna şaşırdın.
Gideceğini söyledin
İnanmadım sana.
Oysa ben daha doğmadan biliyordum.
Acılı bir ruhta oyalanan bir gövde bu.
Saf ve çocukça bir düşün yatağında.

Kan ve susuşla dinlenen ten kabullenir.
Beyaz tül yatağında başucuma
Camdan bir göz bırakıp gittin.



Ona fısıldanan sözlerin
Aşk olan varlığı
O gidince karardı.
Yüzeyinde göğün
Beyaz ve kıpırtısızım.

Acıdan bir okla çıktım
Bekleyiş yatağından.
İçimde siyah bir taş.
Atları gördüm.
Kapı önlerinde oturan insanı, sözü.
Çok yaşanmış bir çığlıkla hayat.

Bir sırrın bana verilmediği yerden
Sordum ona
Bana ne söyleyeceksin?
Çölün söylemediği ne?

Ruhumu orada tutan ağırlıkla
Geceye ilendi tenim.
Ve çağırmadı çölü varlığım
Ondan sonra.

Aynaya dönüyorum
Değişmiş gözlerim.
Çölde kumlara bakan kadın
Kedere bakan
Artık benim.


Gördüm çizgilerini avuçlarının
Çöl her şeyi söyledi bana.

Anladım nerede bitti aşk
Kan pıhtılı odanda uyanan gövdem
Neden sığmadı varlığa.

Seni yaprakların gölgeli yalnızlığına bırakıyorum.
Gün doğumunda uyanan nefese ve sana dönen gözlerin
Yakaran çizgisine.

Çölden aldığını çöle ver
Hayattan aldığını hayata.


Artık beklemiyorum
Kal orada.
Geride, tepelerin art arda dizilmekle
Var ettikleri dünya bir hiçlik ahtı gibi.
Bir hiç ve gölge.
Gece ay
Gece tül ve yokluk.
Yok gece.


Çölden aldığını çöle ver
Hayattan aldığını hayata.

bejanmatur

1 Ocak 2011 Cumartesi

Kentin Aşk Gerillası

"bir gelincik tarlasıyla bir molotof kokteylini
karıştırırsak aynı cezvede
fincana dökülen ben oluyorum
öfke’ye yaslanarak
dik durabiliyor hayatın ortasında kalbim
parmaklarımın arasından sızan uçurtma gölgeleri
mor bir düğme gibiyim yalnızlığa ilikli...

bu gece kadehlere bölüştürdüğüm
Güzel şarabın Marmara’lı Nilgün’ü
Ömer Hayyam ve ben şarâbi
rubailer okuyoruz hüznün yüzüne karşı
Aşk yakamızdan düşsün için

(aslında her Aşk yanmaya bir bahanedir
kendine dönen bir pervaneyim
nârım özümdedir )

bu gece dalgın gemiler geçiyor yine
kıyılarından gözlerimin,
gene de tek başıma
Çin ordusuyum karşısında kederin.

keder ki acı’nın ağır abisi;
kim hesaplayabilir ki hayal kırıklığımın hacmini?


( yüklemi hep aynı nesnesi çok
bir cümle Aşk dediğin
aslında ben nâra aşıkım
Aşk bana nâr )

bu gece buruk bir anons olup geçiyorum
haber ajanslarının sarhoşluğundan :

- dikkat ! kederden kanayan ağır
bir yalnız için acele Aşk aranıyor…


(aslında her Aşk ‘görülmüş’
eski bir mektuptur, kalbimin
köhne çekmecelerinin dibinde
hangi birinize ağlayayım
ne çok terk ettiniz beni be ! )"
serkanengin