19 Mayıs 2011 Perşembe

Bir Çöl Rüzgarı Ömrümüz

Neye yarar?
Bir meyhaneye çöküp vicdanı sınava
çekmek. Camide secdeye kapanmak bitmiş
bir ruhla. Bir yazgımız olduğunu bilmek
ve ne yazıldığını hiç bilmemek:
Dert değil!
*

Öyle davran ki,
kimse bilgeliğinden acı çekmesin. Kendini
tut, öfkelenme. Gerçek bir gönül arılığına
varmak istiyorsan, senden başka hiç kimseye
vurmayan
talihine gülümse!
*

Ne aşağılıktır,
sevmesini bilmeyen, sevgiden esrimeyen
yürek! Sevmiyorsan eğer, ayın ya da
güneşin tatlı parlak ışınlarına nasıl
değer biçersin?
*

Cehennem
korkakları sığınırlar tapınaklara…
Tanrı’nın yüceliğini bilenler, kalplerine
sokmazlar böyle düşünceleri!
*

Definemiz
şarap, köşkümüz meyhane. Sarhoşluk
ve susuzluk en eski dostlarımız. Bir
hırka, bir kadeh, bir ruh ve bir yürekle
ne topraktan sakınınız, ne
ateşten
ne sudan!
*

Yakınma
bu dünyada dostlarının azlığından!
Birkaç candostundan öte umursamaz
hiçbiri. Bir insanın elini almadan
önce, o elin bir gün sana vurmayacağını
düşün!
*

Cenneti
ve cehennemi arıyordum, dünyanın ve
sonsuzluğun ötesinde. Görkemli bir ses
yankılandı göklerde: “Ne arıyorsun?
Cennet de sendedir, cehennem de!”
*

Umurumda
değil dünya! Doldur kadehi güzelim.
Dudakların bir goncagül bu akşam…
Yanakların gibi lâl olsun şarap…
Ve pişmanlıklarım uçup gitsin
zülfündeki
rüzgârla!
*

Ben, her zaman
Ermişlerin veresiye mutluluğuna karşın
yaşam şarabının peşin coşkusunu seçtim.
Gönlüm yok
Uzaktan hoş gelen tambur sesinde!
*

Gül gibi
bir yüzü okşamadan önce, dikenlerini
ç›karmalısın bedeninden, benliğinden!
Bak şu tarağa: Bir odun parçasıydı..
Kesildi, parçalandı, ne acılar çekti.
Ama şimdi, bir güzelin kokulu
saçlarında!
*

Tanrı,
ey Tanrı, cevap ver bize: Göz verdin,
güzellikler verdin. Mutluluğu tattırdın!
“Bakma, görme!” diyorsun, “Tatma”
diyorsun… Dolu bir kadehi boşaltmadan
ters çevirin
bakalım!
*

Sabah rüzgârı,
giysilerinden soyunan güllerin fisıltısıyla
duyulduğunda, yalnız biri vardır yaşam› anlamlı
olan: Uykuda gülümseyen masum bir genç
kız! İşte buna içmeli ve kırmalı
kadehi sonra!

*
Bilgisizler,
ya da çokbilmifller: “Ruh ve beden ayrıdır.”
derler! Ben de derim ki: “Şarap
var, şarap!
Ayrılığı, endişeyi yok eden!”
*

Ölümden
korkmuyorum! Doğduğum andan beri yakamı
bırakmayan hayata yeğlerim ölümü! Nedir
ki hayat? Ben istemeden, bana emanet
edilen armağan… Umursamadan geri
vereceğim!
*

Biraz ekmek,
biraz taze su! Bir ağaç gölgesi ve gözlerin!
Hiçbir
Sultan benden mutlu değildir artık! Ve
hiçbir dilenci,
benim gibi kederli!
*

Her aşkın
başlangıcı: Tatlılık, dostluk ve güzellik!
Ardından, sevmeler okşamalar! Ve sonra, yırtık
bir zarf gibi yürekler
Herbiri bir yanda!
*

“İçme artık,
Hayyam!” diyorlar bana. Oysa ben içince
anlıyorum lâlelerin, güllerin, zambakların dilini.
Ve karşımda suskun duran sevgilimi!
*

Bak, ne diyor
gül: “Dünyanın hârikasıyım! Bir damla
gülsuyuna, nasıl kıyarlar bana?” İçini çekti bülbül:
“Bir mutlu günün ardından bin yıl gelir
gözyaşlarıyla!”
*

Yoğun
bir acıyla titrediğinde ve artık gözyaşların
akmadığında, yağmurdan sonra harelenen çimenleri
düşün! Ne zaman duru bir gökyüzüyle çılgına
dönüp, sonsuz bir gecenin dünyaya çökmesini
dilersen, uykusunda gülümseyen bir çocuğu
hatırla!

Ömer HAYYAM

Hiç yorum yok: